Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




8 Ekim 2013 Salı

Zeynep Cemali Öykü Yarışması 2013: Gençler "Acıları" Yazmayı mı Tercih Ediyor?

Zeynep Cemali'yi çok sevmeme rağmen hala neden ondan pek bahsetmedim, bilmiyorum. Tıpkı Sevim Ak gibi, Balık kitabı gibi, Momo gibi. Çok sevince -yeterince- anlatamamaktan korkuyorum herhalde. Başlayamıyorum söze bir yerden. Siz de biliyormuşsunuz da ben tekrara kaçıyorum gibi geliyor. "Hani bizim Zeynep Abla" diye başlayacağım söze neredeyse. Geç tanıştığım bir yazar ama tarzını çok seviyorum. Günışığı Kitaplığı son üç yıldır 6-7-8. sınıf öğrencilerine yönelik olarak "Zeynep Cemali Öykü Yarışması" düzenliyor. İstanbulda olsam yaptıkları tüm etkinlere katılmak istediğim, oldukça aktif bir yayınevi Günışığı Kitaplığı. (Adı da ayrı güzel :) Ben yine lafı dağıtmaya başlamadan bu seneki kapanışta yer alan değerlendirmeden bir parça ekleyeceğim:


"Günışığı Kitaplığı tarafından bu yıl üçüncüsü düzenlenen ve 6, 7 ve 8. sınıf öğrencilerini kapsayan Zeynep Cemali Öykü Yarışması’na 51 farklı şehirden 520’den fazla öykü gönderildi. 144 öyküyle en kalabalık katılımı gerçekleştiren İstanbul’u, 71 öyküyle İzmir, 53 öyküyle Ankara, 34 öyküyle Adana izledi. İlk defa bu yıl yarışmaya Edirne, Kars, İskenderun, Şanlıurfa, Bartın, Şırnak, Elazığ ve Bitlis’ten de öyküler geldi. Yarışmaya katılan öğrencilerin sadece beşte birinin erkek, geriye kalanların kız öğrenci olması, geçen yıllar gibi yine en dikkat çekici noktalardandı. Yarışmanın Proje Başkanı, Günışığı Kitaplığı Yayın Yönetmeni Müren Beykan, 28 Eylül’de Kadir Has Üniversitesi’nde düzenlenen çocuk ve gençlik edebiyatı ve yayıncılık konferansı Zeynep Cemali Edebiyat Günü sonunda gerçekleştirilen 2013 Ödül Töreni’nde yaptığı konuşmada öyküleri sosyolojik ve istatistiksel açılardan değerlendirdi. Beykan, öykülerde en sık rastlanan konunun dozu yüksek acılara düşme olduğunu vurguladı ve şunları söyledi: “121 öyküde ölüm, 63 öyküde en kötülerinden hastalıklar, 55’inde yoksulluk, 50’sinde engellilik söz konusu edilmiş. Elimizdeki öykülerde, ebeveyn ölümü başı çekiyor. Ya annenin ya babanın kaybı –özellikle annenin kaybı çocukların en büyük korkusu.” Okullarda çocuklara “klasikler” adı altında sürekli “eski” yaşamlara ait öyküler, romanlar okutulmasının bir sonucu olarak gençlerin o romanları örnek aldığını belirten Müren Beykan, “Gençler eski ustaların üslubunda, klasik tadda yazmayı yeğliyor ve öykülerin büyük çoğunluğu ‘genç’ duyguları yansıtmıyor. 500’den fazla öykü arasında sadece 27 öykü fantastik, 3 öykü tarihsel ve topu topu 2 öykü bilimkurgu türünde. Bugünün teknolojisi ve yaşam tarzı görmezden geliniyor. Ayrıca öykülerde mizah çok az kullanılıyor,” dedi. Bu verilerden çıkarılması gereken derslere de değinen Beykan, “Çocuklarımıza, günümüz yazarlarını daha sık okutabilmenin yolunu bulmalıyız. Artık 100 Temel Eser’le sınırlanmamalıyız. Seçkilere daha fazla öncelik tanıyıp, çocuğu, genci edebiyatla buluşturma üzerinde durmalıyız,” derken; gençlere yayımlanmış önemli seçkileri tanıtmanın, onları daha çok sayıda yaratıcı yazarla buluşturmanın ve onları kendi yazarlarını seçmede özgür bırakmanın önemini vurguladı."

Benim 1 Karışım :)
Bu yazıyı burada noktalayabilirdim de ama yap(a)mayacağım. "Gençler cidden acıları mı yazmayı tercih ediyor?" diye bir sonuç çıkıyor ortaya. Bu sonuca birazcık üzüldüm ama üzülmek neyi değiştirir? Sonuçların yorumlanmasını çok başarılı buldum,kendi adıma yayınevine teşekkür etmek isterim. Gençler "neyi görüyorsa /okuyorsa" onu mu hikayelerine konu ediniyorlar? Öykü olması için dram olması, dram olması için de illa birinin ölmesi mi lazım? Eğer etrafınızda ufkunuzu başka diyarlara sürükleyecek örnekler yoksa belki de sonuç bu kadar açık ve net. Yani elbette ki "neden böyle yazıyorsunuz, baksanıza hayatta başka şeyler de var" demekten daha öte olan şey, gençleri o "daha öte" ile tanıştırmak sanırım. Dahl, Nöstlinger, Behiç Ak okuyan çocukların yazacakları öykülerdeki dram da ancak "salatalık kralı" kadar olur herhalde :) Sevdiğim yazarların hayat hikayelerini okuyup şaşırıyorum. Beni kahkahalarla güldüren adam/kadın yazdıklarını savaşın tam ortasında yazmış!!! İnanamıyorum. Ben olsam gülüncüklü şeyler yazamazdım diyorum ya da yazar mıydım?
Hayat önümüze ne kadar kasvet getirse de inadına hep gülümseten/düşündüren öyküler yazmalı -mı-
Sonbaharda, inadına kırmızı olan yapraklar gibi mi olmalı?
Bir de Aslı Der'in Şeroks'u gibi bıcır bıcır fantastik yazacak hayal gücümüz nerede bizim, sanırım saklanmış bir yerlere :)
Kaynak: burada
Uzattığımı biliyorum. Ki aslında söylemek istediklerimin çok kısa bir bölümü bu. Umarım istemeden de olsa kimseyi kırmamıştır bu yazı. 
Sevgili Hint Cevizi'nin de konuyla ilgili paylaşımını okumak isterseniz buraya bakabilirsiniz :)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...