Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




21 Ekim 2015 Çarşamba

Küçük Hanım

Birinin tavsiyesi ile bir kitabı alıp okumuş ve beğenmişsem mutlu oluyorum. Bazı güzel kitapları kendim keşfettiğim zaman ise çok acayip mutlu oluyorum. Arada biraz fark var yani benim açımdan. Çünkü hızlı bir devirde yaşıyoruz ve ne yaparsak yapalım kitapçıda görmesek bile sosyal medyada ya da bir tanıtım broşüründe kitapların kapağına illa ki rastlıyoruz. Bende bu şekilde olup yüzü eskiyen ama aslında hiç okumadığım kitaplar var. "Okumuş kadar oldum" bu demek herhalde :)
Son dönemlerde ise ne yazık ki kitapçılardan alış veriş yapamıyorum. Bu durum için üzülüyor olsam da maddiyat olarak bunu karşılayamıyorum çünkü internetten aldığımda en az 1 kitabı ücretsiz almış gibi hissediyorum. Ama bazen de kitapçıda gezerken "hiç kaçırmamam gereken", "o an okumam gereken" bir kitap varsa onu mutlaka alıyorum. Hatta yanımda o kitabı çalmaya gelen biri varmışçasına kitaba sarılarak kasaya gidiyorum sanırım, sonradan fark ettim :)
İki hafta sonu önceydi galiba, eve yakın minnak bir kitapçı var (eve yakın dediysem 7 km falan :) orayı gezmeyi seviyorum çünkü fazla satışı olmadığından kıyıda köşede kalmış kitaplar oluyor, ben de onları karıştırıyorum. İşte o karıştırma sırasında bir kitaba rastladım. İletişim Yayınlarının olunca hemen durdum çünkü benim için bu kırmızı alarm demek oluyor. İletişimden okuyup da sevmediğim kitap hatırlamıyorum :) İsmi güzel, kapak güzel, ilk paragraf şahane derken kitaba şöyle bir baktım. Ve ne göreyim? Kitap resimli. Amanın tadından yenmez ki şimdi bu! "Okul Çağı" dönemi kitaplar içinde bulunabilecek en güzel şey resimli olması bence. Koştum yine kasaya ve hemen aldım kitabı. O gün okumaya başladım ve ertesi gün de bitirmiştim zaten. Bazen büyük çelişkiler yaşıyorum kitap okurken "okumalıyım çok merak ediyorum" ile "okumamalıyım, bitti bitecek" arasında kalıyorum. (Manolito'yu ısrarla bitirmedim bu yüzden ehehe) Şu ara okuduğum Gizli Bahçe kitabı da öyle. Neyse konuyu değiştirmeyeyim. Bu kadar girişten sonra kitaptan bahsedebilirim sanırım :)


Kitapta pek tatlı bir kız var, ismi Lilly. Dediğim gibi çizimleri de olduğundan zihnimde canlandırmak çok daha keyifli oldu bu hikayeyi. Lilly'nin ailesi kapısında altın bir çörek olan yeni bir apartmana taşınırlar. Ve orada Lilly Küçük Hanım ile tanışır.
"Arka avluda oturuyor. Boyu yetişkin bir penguen kadar, hava nasıl olursa olsun safari kıyafetini giyer ve şemsiyesi sayesinde istediği zaman bukalemun gibi renk değiştirebilir. Bukalemun gibi renk değiştirmek mi?"
Bundan sonraki kısmı yazmayayım ama Lilly ve Küçük Hanım'ın başından geçen tatlı bir hikaye olduğunu söyleyebilirim. Bir ara ben de bukalemun gibi renk değiştirebilir miyim diye çok düşündüm ama yapamadım sanırım, Elif "anne" diye ebeledi beni :)
Bahçenin en güzel yerine "çocukların girmesi yasaktır" yazan Leberwurst (ciğer sucuğu) isimli apartman görevlisini gerçek hayatta tanımadığıma çok sevindim. Yoksa kesin kavga ederdik. (ya da ben en fazla: pardon bakar mısınız, lütfen o yazıyı kaldırır mısınız, derdim. O da "yooo" derdi. ben de ona bir şey diyemeden çok kızardım içimden, gözlerimden kocaman alevler çıkardı falan :) Zihnimde bile canlandırdığıma göre bu ciğer sucuğu amca beni bayağı etkilemiş olmalı.
"Adam uzun boylu ve zayıftı, ama en kötü yanı, içinden süpürgesininkiler gibi siyah kılların çıktığı devasa burun delikleriydi."
Çizim yine sevimli hani :)
Kitapta Lilly'nin annesini de çok sevdim.
"Koşarak mutfağa girdi, annesi masanın başında durmuş, hamur yoğuruyordu. Mikserle değil, elleriyle. Hamur parmaklarının arasından fışkırıyordu. Ellerine, saçlarına ve burnuna yapışıyordu. Çünkü annesi hamur yoğurduğunda, bunu bütün kalbiyle yapardı."

paragrafın yanındaki "mmmm" ağzımın sulandığının ifadesi :)
Ben de istiyorum Küçük Hanım ve Lilly ile cengelde salafariye çıkmak ve tofoğraf çekmek. Ben de ben de :) Sanırım bu hikayede en çok kıskandığım yer de 8 yaşındaki Lilly'nin böyle tatlı bir arkadaşı olması ve onunla yaşadığı macera. Bu ara hep bahçeli kitaplara denk geldim, çok mutluyum. Laf yine "Gizli Bahçe"ye gitti bu arada :)
Lüçük Hanım'ı okurken şemsiyesinden mi yoksa içinde tatlı sihirli şeyler geçtiğinden mi bilmiyorum aklıma Mary Poppins geldi. 
Kısacık, keyifli, hani pasta olacak olsa tek lokmalık çifte kavrulmuş kıvamında, bukalemunlu, çörekli neşeli bir hikaye oldu benim için Küçük Hanım.
Çizimleri ise inanılmaz güzeldi, dönüp dönüp baktım diyebilirim.

Resim yazısı ekle

Bu hikayeyi okuduktan sonra şunları düşündüm/sordum kendime:
- Yazar acaba bir zamanlar Küçük Hanımla tanışmış mıydı?
- Bukalemun Chaka oldukça tatlı değil miydi?
- Lilly'nin yerinde ben olsam ne yapardım, bu sırrımı aileme söyler miydim?
-Kitabı daha da çekici kılan şey yoksa çizimlerinin başarısı mı?
- Küçük Hanım karakteri yazarın aklına nereden geldi?
- Ben de böyle renk değiştirmek ister miydim istediğim zaman? (Kesinlikle evet!)
- Yakın zamanda yine böyle tatlı bir kitap keşfedebilecek miyim? (işte bu çok önemli...)
* İletişim yayınlarına ayrıca sadece 1 sayfada imla hatası yaptıkları için teşekkür ediyorum, son zamanlarda okuduğum kitaplar bu açıdan beni zorluyor...
** Kitabı kendim keşfettim gibi yazmışım ama internette şöyle bir bakınca aslında BDK'da Yıldıray'ın Küçük Hanımdan bahsettiğini okudum, belki de bilinç altı böyle bir şeydir :)

Küçük Hanım
Özgün Adı: Die Kleine Dame
Yazan: Stefanie Taschinski
Resimleyen: Nina Duleck
Çeviren: Ayça Sabuncuoğlu
Yaş grubu: 8+
İletişim Yayınları, 2013, 116 sayfa, karton kapak

2 yorum:

  1. Seni okudukça kitap okuyasım geliyor sürekli....
    hayranım sana..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler canım Aslı, ben de senin neşeli yazılarına hayranım :)

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...