Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




17 Eylül 2013 Salı

Sözcüklerin Konuşulan Yerde Kalabilmesi ya da Alıp Başını Gitmesi :)

Son zamanlarda yine sıklıkla yaşadığım bir durum bu: kurduğum cümle alıp başını gidiyor hem de benim hiç bilmediğim yerlere :)
Her ne kadar bu duruma sempatiklik katmaya çalışsam da zaman zaman oldukça sinir bozucu oluyor.
Konuya biraz daha açıklık getirmek gerekirse; birine kendimle ilgili herhangi bir şey söylediğimde bunu bambaşka insanlardan şekil ve yön değiştirmiş olarak duymak hiç hoşuma gitmiyor. Sanırım kimse sevmez böyle bir durumu.
İnsanlar mı çok "zeki"leşti ben mi insanları tanıyamaz oldum,bilmiyorum. Benzer şeyleri belki farkında olarak ya da olmayarak ben de yapıyorumdur, o da mümkün.
Bu konu üzerinde de az biraz düşününce;neden  başkasının sırrını (hele ki arkadaş/dost vs. demişsek) başka biriyle paylaşırız?
- Bize anlattıklarını kaldıramayız ve başkası ile bunu paylaşma ve yükü hafifletme ihtiyacı duyarız. (zaman zaman bunu ben de yaptım,insanları artık uyarıyorum.söyleyeceklerin benim için ağırsa paylaşma lütfen diye.)
- Anlatılanlar için bir şeyler yapma gereği duyarız çünkü arkadaşımızın durumu kötüdür ama bunu yardım almadan yapamayız.(bu da iyiniyetli bir yaklaşım olsun.)
- Konuşmayı çok severiz ve bize anlatılanların "gizli" mi "kamuya açık"mı olduğunu anlayamayacak kadar bilgiye açızdır!? ( bu ne demek ben de tam bilmiyorum ama bazı durumlarda bunun olduğunu gördüm. Soru: seninle paylaştığım şeyi niye başkasına söyledin? Cevap: gizli miydi ki?) hmmmmm
- Başka ortamlarda anlatacak hikayemiz eksiktir,kendimizle ilgili anlatacaklarımız bitmiştir ya da anlatmak istemiyoruzdur, bu durumda devreye başkalarının cümleleri girer.(sanırım en çok bu duruma sinir oluyorum.)
- Aslında kötü niyetliyizdir ve bize söylenenleri başkalarına anında yetiştirmek gibi bir huyumuz vardır.
- Unutmuşuzdur ve pot kırarız.(bu durum bana tanıdık geldi.)

Aslında sebebi ya da niyeti ne olursa olsun, söz söylendiği yerde kalmalı, alıp başını gitmemeli başka diyarlara.
Ama bu durum hep böyle olmuyor.
Hele ki güvendiğiniz biriyse ya da konu sizin için hassassa yıkım da o kadar kuvvetli oluyor.
Ben böyle durumlarda çevremden "boşver çok sinirlenme" tepkileri alsam da "yok yok ben çok acayip sinirlendim" diyorum. İşin kötüsü kısa sürede yaşadıklarımı unutuyorum. Ya da iyi tarafıdır belki bilmiyorum çünkü keskin sirke de küpüne zarar verirmiş.
Ne kadar unutsam da kırılan vazo gibi yapıştırılan güven de aradan su sızdırabiliyor.

Peki sizin sözcükleriniz alıp başını gittiğinde siz ne yapıyorsunuz?
Devamını oku »

12 Eylül 2013 Perşembe

Arkadaşım Eşşek :)

"Uzun kulaklarını son bir kez salla,
Seni çok çok özledim arkadaşım eşşek" :)
Barış Manço'yu rahmetle andım bugün. Özel bir sebebi falan da yok. Arkadaşım Eşek şarkısını söylerken uyandım neredeyse ve aklıma TRT'deki çocuk programı geldi. Her bölümünü büyük bir heyecan ve keyifle izlerdim. Gözlerimi kooocaman yaptığımı hatırlıyorum, aman bir şeyler kaçırmayayım diye. Oradaki çocukların yerinde hayal ederdim kendimi. Her soruya ben de cevap verirdim. En çok da sonunda ne hediye verdiklerini merak ederdim. Bir gün annemlere "ben de bu programa katılamaz mıyım?" dediğimi hatırlıyorum. "uzak" demişlerdi..tabii bu durum benim için "vaaay be ne ulaşılmaz bir yerde" gibi bir anlam yaratmıştı. Küçüktüm gidemezdim tek başıma ama büyüyünce gidebilirdim. Tek sorun, acaba benim büyümüş halimi Barış Abi yine de ister miydi programında :)
Sabah sabah aklıma geldi.
Hatırlayanınız var mı bilmiyorum bahsettiğim programı, sanırım vardır.
Adam Olacak Çocuk :) Oradaki merdivenleri çıkmayı istemiştim hep, biraz saçma belki ama :)


Şarkıyı da yeniden dinlemek isteyenlere:

Devamını oku »

10 Eylül 2013 Salı

"Annemin Çantası" :)

Kadınların çantası hem çok özeldir hem de oldukça ağır. İçerisinden nelerin çıkabileceğini kimse tahmin edemez. Bazen ben de çantamdakileri azaltsam, kas gücümü başka aktivitelerle geliştirsem daha iyi olmaz mı diyorum ama bu dileğim hiç gerçekleşemiyor. Tabii bu hususta çanta seçimi de oldukça önemli. Avuç içi çantalarla gün geçirebilenlere hayran olsam da yapamayacağım bir şey için başkasına özenmek de yersiz kalıyor.
Çantanın olmazsa olmazları diye bir sıralama yapacak olursak:
- Su
- Güneş Gözlüğü
- Peçete, ıslak mendil
- Kalem, kağıt
- Ajanda, not defteri, günlük benzeri defterler
- En az 1 kitap (gidilecek yere göre sayısı 4'e kadar çıkabilir)
- Anahtarlar
- Atıştırmalıklar (çubuk kraker vb.)
- Özel eşyaların olduğu minik çanta
- Cüzdan
- Eşin çantaya verdiği diğer malzemeler :)
Ekstradan:
- Çorap (ne zaman nerede üşüyeceğimi bilemiyorum ama ayaklarım hep üşüyor)
- Fazla poşet
- Sade sodamı açmak için açacak
- metre, mezru vb. bir şey

Bu konuya nereden geldiğimi söylemeden bu yazıyı da bitirmesem iyi olur tabii :) Bizim pek sevgili ablamız Ayşe İnan Alican'ın resimlediği, çok sevdiğimiz Sara Şahinkanat'ın yazdığı (evet tersten söyledim) son kitap YKY'den çıkmış. Adı da "Annemin Çantası" imiş. Henüz okumadığım için yorum yapamam elbette ama konusu hakkında yayınevi şöyle bir ipucu vermiş:
"Kadınların Koca Çantalarının İçinde Neler Var Neler?
Sara Şahinkanat’ın yazdığı, Ayşe İnan Alican’ın muhteşem resimlerle hayat kazandırdığı Annemin Çantası, her zaman alay ya da merak konusu olan bir konuya açıklık getiriyor. Kadınların çantasında neler var neler? Böyle bir kitap, iki duyarlı kadının ortak ürünü olunca, ortaya müthiş bir sonuç çıkıyor. Aslolan çanta değil, çantalarında taşıdıkları “hayat”la kadınlar çünkü… Bir çocuğun gözünden kaleme alınan Annemin Çantası, yazar ile çizerin ortak kitapları Beyoğlu Macerası – Bilgi Avcıları Gizli Görevde ve Üç Kedi, Bir Dilek kitapları gibi, yine çok sevilecek." 
Annemin çantasının içerisinde neler var-dı bilmiyorum, hatırlamıyorum ama onun çantasının da büyük olduğunu ve neye ihtiyacım olsa oradan çıktığını hatırlıyorum :)

Sizin çantanızda size özel neler var?
Devamını oku »

8 Eylül 2013 Pazar

Bir Dolap Kitap (BDK) ile Nasıl Tanıştık, Neden Konuşamadık ve Bir Dolu Hikaye :)

Bir Dolap Kitap ile tanışıklığımız neredeyse 2 yılı buldu. Tanışmamıza vesile olan neydi, yolumuz nasıl kesişti çok romantik bir dille anlatmak istiyorum ama balık hafızam buna izin vermiyor çünkü yolumuzun BDK ile nasıl kesiştiğini hatırlamıyorum(z)


Sonra günlerden bir gün çocuklarınızı kitaplarıyla fotoğraflayın ve bize gönderin, Banu'dan pek sevimli bir kitap kaazanın diyorlardı. Lokum'un fotoğrafını çekip göndermiştik :) Kazanamadık ama pek eğlendik.
Ben ara ara aklıma bir şeyler takıldıkça onlara mail gönderdim, onlar da uzuuun uzun cevap verdiler.
Ve günlerden bir gün onunla karşılaştım. Bir afiş. Çok cazip bir teklifi vardı: Geçen senenin Kitap Fuarı etkinliğiydi. Konu, çocuk kitaplarıydı ve BDK da konuşmacı olarak katılacaktı. Hatta Yıldıray'ın "Şuşu ve Üç Tekeri" kitabının etkinliği bile vardı. Çok sevindim. Tek bir sorun vardı: biz Ankara'daydık. Konuk yazarlara bakınca İstanbul çok da uzak gelmedi ve hazır gitmişken pek sevgili Deniz ile de görüşebileceğimize karar verdik. Ancak durumda 1 terslik vardı. Fuara 2 gün birden gidemezdik ve Behiç Ak'ın etkinliği cumartesi günüydü. (burada kötü bir kıyaslama yaparsam affola) Behiç Ak'ın Ankara'ya gelme ihtimalinin BDK'dan daha çok olacağına kanaat getirdik ve Yıldıray'a mail attık:
"Merhaba, biz şu şu şu.. Hani şu konularda görüşmüştük. Hani Lokum da vardı falan. İşte biz fuarda sizi görmek, söyleşiye katılmak istiyoruz ama kesin olarak orada olacak mısınız? Biz birazcık Ankara'dan geleceğiz de..." Yıldıray'ın şaşkınlığı mailden bile anlaşılıyordu ve fuarda o gün o saatte olacağını yazmıştı.
Buradan sonra fuardaki tanışmada benim BDK ile pek koyu bir sohbet içine girmiş olduğumu düşünenler henüz Semracan karikatürlerinde kendimi benzettiğim, heyecanlanınca "Aaa merhaba, ha evet, siz, tamam, hoşçakalın"dan öte bir şey söyleyemediğimi unutmuş olanlardır :)
Ben sadece 1 imza alıp olay mahalinden uzaklaştım.. Söyleşide de soracağım ne varsa sor(a)madım.
Bu olaydan dolayı kendime hiç kızmadım çünkü orada olmaktan mutluluk duyduğumu biliyordum.
Tabii benim bu "şahane" halime muhtemelen "gerçekten" Ankara'dan geldiğime inanamamış olan Yıldıray da pek anlam verememiştir.
Aylaaar öncesinden "orada mısınız" diye mail atıp, sonra da "ehem kem bir de küm" diyip uzaklaşan başkası yoktur herhalde :)
Hatırlamak isteyenler için Kitap Fuarı yazısı da burada.
Bir Dolap Kitap'a bir zaman sonra "Tayga" isimli bir dolap çekmecesi de katıldı, onu da pek sevdik :)
yalnız ilk zamanlarda birazcık yaramazlık yapınca BDK'daki kitaplar biraz eksildi.


Taaa ki...
Geçen gün "Biz geri dönüyoruuuuz" mesajını gönderinceye kadar.
Ben hala inanamasam da BDK kanlı canlı bir yerde bulunacakmış bundan sonra ve 2014'ten itibaren gerçekleşecek ancak bizimle henüz paylaşmadıkları olmadıkolağanüstü şahane bir de projeleri varmış; yuppiii :)
Bir Dolap Kitap'ı bir de kendi dillerinden okumak isterseniz buraya bakabilirsiniz.
BDK'da bulduklarımız & sevdiklerimiz & görmeyi istediklerimiz :
- Çocuk kitaplarını ne çok sevdiğimizi sanırım anlamışsınızdır ve bir o kadar da seçici olduğumuzu. BDK'da okumayı gönlüm çekmese de merak ettiğim kitaplar hakkında fikir sahibi olmayı seviyorum.
- Biiiiir dolu etkinlikleri arasında - bazen hangisine bakacağımı şaşırsam da- gezinmeyi seviyorum.
- Kitap eleştirilerini soğuk bir dille değil de kendi başlarından geçen hikayelerle anlatmalarını seviyorum.
- Yıldıray'ın "Şuşu ve Üç Tekeri" kitabı, Banu'nun "Kediler Hep Dört Ayak Üstüne Mi Düşer" kitaplarını canım sıkıldıkça "Şuşu ne yapıyor" diyerek ya da Lokum için  tiyolar almayı seviyorum.
- Tayga neler yapmış, daktilo ile arasında nasıl bir bağ kurmuş, yoksa o da yeni bir kitaba mı başlamış diye heyecanla son gelişmeleri okumayı seviyorum.
- Hep İstanbul'da olmalarını ve güzide şehrimiz Ankara'ya pek uğramamalarını sevmiyorum.
-  Her hafta kitap çekilişi yapıyorlar; o da pek keyifli oluyor :)
- Devam etmemelerine çok üzüldüğüm dergi projeleri var-dı.
- Pazar sabahları saat 10.00'da Açık Radyo'da keyifli bir vapur seyahati sonrası gerçekleştirdikleri programı dinlemeyi seviyorum. (Not: program bazen açılıyor bazen de açılmıyor, neden böyle oluyor bilmiyorum :/ )



Sevgili Bir Dolap Kitap,
Dilerim daha uzuuun uzuuun yıllar çocuk kitaplarından bahseder, Felaket Henry iyi kitaptı, Behiç Ak ne iyi yazardı diye sohbet ederiz.
Sohbet dediysem, elbette benim "kem" ve "küm"lerimden anlam çıkartmak kolay olmuyor kabul :)

Lokum'dan Tayga'ya kooocaman -sevgi dolu- patiler,
Bizden de size kooocaman kitaplı ve mutlu günler :)

Devamını oku »

"Üç Kedi Bir Dilek", Pek Tatlı Bir "Ada" ile Buluştu :)

Çekilişler her zaman keyiflidir, eğlencelidir, heyecanlıdır.
"1 Kitap 1 Mektup" etkinliği de biraz bu yüzden başladı sanırım.
Sorduğumuz sorulara gelen cevaplara, kazanan yeni biriyle olan iletişimimize de çok alıştık.
Bu kez "Üç Kedi Bir Dilek" kitabının çekilişi vardı ve kazanan da tatlı bir "Ada" oldu.



Katılan herkese koooocaman teşekkürler.
Yepyeni ve bambaşka bir konu ve konuk ile pek yakında yine 1 çekiliş heyecanı yaşayacağız.

Sevgili Ada ile Hayat,
Size mail gönderdik,umarım en kısa zamanda iletişim bilgilerinizi bizimle paylaşırsınız :)
Devamını oku »

2 Eylül 2013 Pazartesi

Sosyal Medya Taktikleri :)

Bir süredir fark ettim ki hayatımızda -neredeyse- olmazsa olmaz bir kavram olmuş; sosyal medya. O kadar deniz derya ki tam 1 tanesine üye oluyorsunuz ve dilini anlamaya çalışıyorsunuz pat başka bir mecra bitiveriyor. Bu kadar çeşitliliği aynı anda kaldırabilenlere de ayrıca hayranım.
Ben de hatta biz de 2 Balık ve 1 Kedi olarak (zira bazı paylaşımlarda Lokum bizden daha meşhur :) "nedir bu sosyal medya", şöyle bir düşünelim dedik :)
- Daha belki adını bile duymadığımız bir dolu mecradan sanırım en ünlüsü Facebook ve Twitter (ki ben hala ısrarla Tweeter diye yazıyorum, sanki Tweety gibi :)
- "Facebook arkadaşı" olarak tanımlanabilecek bir "arkadaş"lık varken bunun aslında sadece "tanışıklık" olarak değiştirilmesi daha doğru olmaz mıydı acaba :)
- Facebook (kısaca FB deniyor galiba bazı yerlerde görmüştüm) hesabında ne kadar arkadaşın, beğenin vs. varsa o kadar "sosyal" birisin :)
- Bir müddet FB (!) kullanmış, sonra uzuuun süre hesabını kapatarak mutluluktan ve huzurdan dört köşe olmuş biri olarak kendime -sanırım böyle olmalı- işkence çektirmek istediğim bir ara yeniden açmıştım hesabımı. Ve fark ettim ki değişen bir şey yok. O kadar içi boş şeyler paylaşılıyor ancak sen o kadar kendini sayfana bakmaya bağımlı hissediyorsun ki mutsuzluk da kendiliğinden geliveriyor - ki bu da tehlikeli bir durum- İşte bu durumda yapmam gereken en mantıklı hareketi yaparak hesabımı yeniden kapattım.(ki zaten tamamen kapatılamıyormuş, sadece dondurulabiliyormuş...)
- Bazen o kadar güzel paylaşımlarla ya da haberlerle karşılaşıyor ki insan sosyal medyanın süper iyi bir şey olduğunu düşünüp kendini avutuyor.
- O zaman da akıllara şu soru geliyor; televizyonun sığlığından uzaklaşmaya çalışan zihniyet, neden kendini "sosyal medya"da boğar? Bilmiyorum tabii ki.
- Blogger bir sosyal medya ise az önce söylediklerimi de afiyetle yedim tabii :) Yok aslında tam olarak öyle değil. Beni rahatsız eden şey farkında olmadan bağımlı olduklarımız.
- Kim,nerde, ne zaman ne yapmış'tan öteye gitmeyen bir akış varsa sanırım orası biraz sıkıntılı.
- Bazen de öyle güzel paylaşımlar oluyor ki..çoğunluğu fotoğraf oluyor zaten, insan bakmaya doyamıyor :)
- Bu mecrada "sanal" da olsa tanışıp arkadaş olduklarımız, çooook sevdiklerimiz de var. Onlara buradan yeniden selam :)
- Çooook özelin paylaşılmaması taraftarıyım ama tabii bu da kişilere göre değişebilen bir kavram galiba. Mesela 2 Balık'ın hiç fotoğrafını koymadık. Belki aranızda bizi merak edenler de vardır :) Ama bazı arkadaşlarımızın paylaştığı fotoğraflara bakınca ya da internetteki fotoğrafların başına neler gelebildiğini gördükçe/okudukça insanın basit bir fotoğrafını bile paylaşası gelmiyor bazen...
- Blog tutmak eğer bir sosyal medya faaliyeti ise ben kendisini çok seviyorum :) Burada bir şeyler paylaşmak, okuyanların yorum yazması (dönütler) ya da hiçbir şey yazmaması (yine dönütler) gerçekten keyifli oluyor.
- İnsan o an yaşadığı bir şeyi tweeterda :) paylaşmayı niye ister; mesela "işyerinden yangın vaaaar diye koşarak çıkasım var!" , " dişçi koltuğuna oturunca aklıma dişimi fırçalamadığım zamanlar geliyor, kendime kızıyorum." , "şu an okuduğum kitap inanılmaz güzel." gibi... İnsan kendini o an yalnız mı hissetmek istemez ya da mutluluğunu başkalarıyla mı paylaşmak ister, bilmiyorum :) Geçen gün ben de bir arkadaşa düdüklü tencere kullanımıyla ilgili bir tweet atmıştım :)
- Benim sorularıma cevap gelme oranı henüz düşük olsa da tweeterda yardımlaşma da güzel olabiliyor.
- Tamamen tercih meselesi olan kendini ifşa etme ve bir gizem perdesinin arkasından seslenme durumu da var :) Cidden var. (bizimki daha çok 2. yazdığıma giriyor galiba)
- Hepsinin de kendine göre bir "racon"u, yazılı olmayan görgü kuralları var.
- "Beni takip edeni takip ederim" gibi oldukça komik paylaşımlar da var :)
- Niye paylaşıyoruz hayatımızı böyle ulu orta :) bilmiyorum ama herkes kendini rahat ve mutlu hissettiği ölçüde sorun yok galiba.
- Bir de Iphone telefonu olanların kullandığı ama bizim gibi Android işlemcili telefon kullananların telefonunda sadece kutucuk olarak görünen karakterler, simgeler var. Arkadaşlar inanın o kutucuğun anlamını görebilsem ben de bir cevap vereceğim ama..
- Simgelerin önemli olduğunu - ki ben ":)" haricinde pek kullanmıyordum da bilmiyordum da, asıl şoku sonunda "3" olan bir simgenin çoook sonra "kalp" demek olduğunu öğrenince yaşadım :)
- Bu yazıda aslında taktik falan yoktu sadece kendimce analiz vardı, kandırdıııım :)

Kaynak: burada

Bu konuya ben nereden geldim, bu yazının amacı neydi şimdilik unuttuğum için yazıyı burada sonlandırıyorum.


HERKESE KENDİ FB'SİNDE, TWEETIRINDA, PİN'İNDE, INSTAGRAMINDA KEYİFLİ, EĞLENCELİ PAYLAŞIMLAR DİLERİİİİZ :)

Devamını oku »