Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




30 Temmuz 2015 Perşembe

Elif'in Kreş Günlüğü-2


Elif kreşte 7. haftasını bitiriyor yanlış hesaplamadıysam tabii ben :)
İlk yazıdan sonra neler değişti?
Ben kendi içimde bir takım aydınlanmalar yaşadım. Aslında ilk yazıda da bunu belirtmiştim. Yani hayalimdeki şey şuydu: ben işe dönmüyorum, evimizi yine de taşıyoruz daha merkezde bir yere, Elif haftada birkaç gün 2-3 saatlik oyun grubuna katılıyor, ben işe dönmüyorum. "İş" kısmını iki kere yazmış olmam da tesadüf değil bence. Sizce?
İlk 4-5 hafta boyunca itiraf etmem gerekirse çok rahatlamış hissettim. Çünkü fazla fazla bir aradaydık, molamız yoktu ve ikimiz için de değişik bir ortam iyi olacaktı. Oldu. Ama bu süre bitti. Şimdi ben kızımı geri istiyorum.
Elifin kreşte keyifli vakit geçirdiğini henüz konuşamasa da hareketlerinden anlayabiliyoruz. Araba park ederken bile kreşi görüp kollarını kaldırıyor "yaşasıın" şeklinde :)
Kreşe gidene kadar da bir şey yedirmiyoruz ki orada kahvaltısını daha güzel yapsın diye. Arabada şarkı, türkü, oyalama, dikkat dağıtma gibi şeylere zaten alışkınım.
Yalnız akşamları ben biraz kötü oluyorum. Bu ara özellikle Elifi almamız 6'yı geçe oluyor. Öğretmeni de geliş saatinizi biliyor, mümkünse 17.30da gelin dedi ama biz buna uyamıyoruz :/ Hatta geçen gün 18.20 gibi aldık, Elif iyiydi de ben ağladım iyi mi :/ Sabahları bırakırken etkilenmesin diye hemen bırakıp çıkıyoruz, durumu anlayamıyoruz işe yetişme telaşından. Öğleden sonra bende karıncalanma başlıyor zaten. Hep bir gidip görsem halim var, uzaktan tabii. Öğretmeni Elifin maşallah sınıfta en küçük olmasına rağmen gayet sosyal, uyumlu olduğunu söyledi. Ondan büyüklerle arasında 6-8 ay var. Akşamları bize koşuşundan bizi özlemiş olduğunu hissediyorum. Ama öğretmeniyle de çok gülerek ayrılıyorlar. El sallama, öpücük seansları oluyor :)
Sonrasında "vicdan" konuşmaya başlıyor: "Elif çok küçük değil mi?", "Acaba biraz daha evde dursa olmaz mıydı?" diye.
Elifin evde durabilmesinin benim gözümde tek yolu benim de evde durmam. Yani amacım çocuğu -ne olursa olsun- evde tutmak değil, benimle evde durmasıydı. Bakıcı, aile büyükleri -yine büyük konuşmuş olmayayım- seçenek değil bizim için. "İznim varken ben biraz daha baksaydım çocuğuma" cümlesini susturamıyorum. Mücadele etmezsem belki susar, bilmiyorum.
Tabii ki bunda her gün en az 3-5 kere duyduğum "hiii, küçücük çocuk kreşte mi?", "e nasıl bırakıyorsun, ağlamıyor mu?" cümlelerinin de etkisi oluyor. Söylediğim cevap hep aynı: "Biz vicdansız anne babayız". Konu kapanıyor. Bir de insanlar ısrarla Elifin ağladığını duymak istiyor gibi. "Ağlamıyor" deyince tuhaf bakışlar oluyor ve şu cümle geliyor arkasından "evde seninle sıkılmış demek". "Evet, çok sıktım ben çocuğu, tüm gün değil dışarı çıkarmak yatağından bile almıyordum dışarı" diyorum. Susuyorlar.
Neden böylesi bir laf ebeliği mücadelesi var? Gülüp geçtiğim zamanlarda daha çok konuşma hakkı elde ettiklerini düşündüklerinden bu cümlelerin dozu da kaçıyor, daha çok canım sıkılıyor.
Ama illa sıkılıyor sanırım, yazınca daha çok anladım. Hatta yazınca biraz daha rahatladım ki benim için blogun amacı da buydu. Yani buraya yazdıklarımı günlüğüme de yazabilirim-ki bir kısmını yazıyorum zaten- ancak bir etkileşim kuramam. Aslında sen sevgili okur, yorum yazdığında/hayatından bir şeyler paylaştığında/"ben de yaşadım, üzülme geçiyor" dediğinde insanın içine cidden su serpiliyor. Yeri gelmişken teşekkür edeyim :)
Bugünlerde Elifi bir iki saatliğine uzaktan izlemek gibi bir niyetle okuluna gideceğim. Öğretmeni yanlış anlamasın diye önceden sordum, böyle bir niyetim var, ne zaman geleyim dedim. "Bizim için hiç fark etmez, siz ne zaman uygunsanız" dedi. Zaten geçen gün onun yanında ağladığım için durumumu gayet net biliyor.
İlk yazımda demiştim ya, ben bazı şeyleri geç anlarım diye. İşte bu da onlardan biri. "Normal" insanlar ilk aylarda ağlar, sonra durulur. Ben ilk başta "cool" takılırım-neden bilmiyorum- sonra da patlar.
Geçen hafta sevdiğim bir arkadaşıma şu mesajı attığımı hatırlıyorum: "bende bir sorun var sanırım, ben Elifi özlemiyorum". Bu ikisi ne yaman çelişkidir aslında değil mi? O günden bugüne neler mi değişti yani 1 haftada.
Elif son zamanlarda oldukça fazla inat, ağlama krizi, bağırma krizi, gece terörü gibi şeyler yapmaya başladı. O kadar sabrım tükendi ki aylar önce çok bunalıp ona bağırdığım zamanlara döndüm. Bu da çarpı iki vicdan demek ne yazık ki :/ Bu hafta ise gelişim süreçleriyle ilgili bir şeyler okudum ve onu anlamaya çalıştım. Yaşadığı değişiklikler, diş süreçleri, bir anda tüm gün ayrılmamız vs. Hepsi için ona daha fazla sabır göstermeliyim. Bağırarak halledebileceğim bir şey yok. Tek yapmam gereken aslında onu biraz daha anlamaya, dinlemeye çalışmak. Kriz anlarını önceden görüp dikkatini dağıtmak. Bunu yapabilmem için de işe başlamadan önce güzel bir tatile gidebilseydik tam süper olacaktı ama olmadı. Elimizdekilerle yetinmesini ve şükretmeyi de bilmek gerek sanırım. Ben de bolca bir şeyler yazıyorum, çiziyorum, okuyorum. Zihnimi boşaltacak güzel bir fiziksel aktivite arıyorum ki aslında bunun yürüyüş olduğunu da biliyorum ama yap(a)mıyorum.
Kısacası Elifi çok özlüyorum.
Eski hayatımıza dönebilme imkanımız olsa pazarlık yapar, evi değiştirmek şartıyla, bu imkana balıklama atlardım.
Elif 11.5 aylık, Avusturya gezisinden
Bir de ağlayabilmek için tuvalete yetişebilme zorunluluğu olmasa iyi olurdu :/
Devamını oku »

29 Temmuz 2015 Çarşamba

Anne(lik) Sohbetleri : Akça ve Masal









Çocuk kitapları söz konusu olunca akan suları durdururan biri ile tanıştığıma çok memnun olmuştum bundan aylar önce. Akça'nın "Kitapkurduanne" instagram hesabındaki kitap paylaşımları beni hep çok mutlu etti ancak yorumlarının kısa olmasına da içten içe biraz kızdım. Bu kızgınlığım sebebiyle de "Akçaaa, site ne zaman açılacak" sorularıyla Akça'yı bunalttım. Oh iyi ki de yaptım. Bu sayede harika bir kitap paylaşım alanı ortaya çıktı. Ama tabii ki bu paylaşımların asıl sebebi Masal'dı. Tüm bu hikayeyi 1 Balık Akça'ya sormazsam da olmazdı :)






Sevgili Akça,


Aklımda bir dolu soru varken öncelik-sonralık yapamadım, o yüzden Masal'dan başlamak istedim. İsmi çooook güzel bir kızın var maşallah. 5 yaşında olduğuna göre tüm malum krizleri atlatmışsınızdır diye ümit ediyorum. Sence en zor dönem hangisi?
a) doğum sonrası alışma-kaynaşma-süt-gaz çokgeni


b) biraz büyüdüğünde dişler patladı-aman yürüdü peşinden git kafasını kötü yere çarpmasın halleri


c) Aman Tanrım bu da ne böyle, 2 yaş sendromu


d) Yok canım büyük konuşmuşum, 3 yaş daha zormuş, "ben bunu giymem"tripleri


e) 4 ve 5 yaş konusunda bir fikrim olmadığından yorum yapamadım ama sanırım her şey süt liman olmuştur temennileri


Yani ilk sorun çoktan seçmeli :)






Esracım bu soru beni bayağı düşündürdü, çoktan seçmeyeyim de hepsini birlikte değerlendireyim dedim :) Masal, ( Allaha şükür) rahat bir bebekti kısa bir süre gaz derdimiz oldu, sonra o da geçti. Beni en çok korkutan Masal'un uykusuz bir bebek olma ihtimaliydi doğumdan önce zira ben uykuya çok düşkün ve "uykusuzken ben ben değilim" bir tipim. Şansım bu konuda yaver gitti ve kızım sabahın seherinde kalkan babasına değil de bana çekti. Sadece ilk başlarda sıkıntılı gecelerimiz oldu, hatta bir gece hiç unutmuyorum Serdar'la yorgunluktan bitmişiz Masal uyumuyor ve sürekli ağlıyor yatakta sırt sırta verip birbirimize destek olduğumuzu sırayla Masal'ı alıp bir yandan da bu böyle giderse yandık kıvamında bir konuşma yapışımızı.


Masal'ın dişleri erken çıktı 4. Ayda iki dişi çıkmıştı, tabii ki o dönemler daha huysuz oluyordu ama süreçler çok uzun sürmüyordu.


11 aylıkken yürümeye başladı Masal, hep peşinde olmak son derece yorucu bir süreçti, daha önceki zamanların ne kadar da rahat geçtiğinde işte ayaklandığında daha da iyi anladım. Eve basit bazı güvenlik önlemleri koyduk masa kenarları falan ama çok da abartmadık açıkçası sürekli peşinde biri olduğu için.


Masal'ın 2-4 yaş arası ciddi sıkıntılı süreçleri oldu tabii ama ben bunlar hangi yaşın sendromuydu anlayamadım pek. 3 yaşına kadar doğru düzgün konuşamadığı için biraz onun sıkıntısı da vardı sanırım. Konuştuktan sonra bu kriz dönemlerinin atlatılması daha karmaşık oldu çünkü acayip laf yetiştiriyordu... Hiç unutmuyorum 3,5 yaşında bana çok kızdığı bir anda bana gelip biz babamla dışarı çıkıyoruz dedi, nereye diye sorduğumda " bana ev bakmaya ben ayrı eve taşınıcam" dedi.. O an anladım ki hayat bundan sonra bize daha zor olacaktı :))


Nitekim şimdi de en büyük sıkıntımız çok inatçı, dediğim dedik ve asi bir ruh olması, ha bir de papuç kadar dil tabii :))


Ben Masal'la doğduğundan itibaren çok konuştum, konuşmadığı üç sene boyunca benim çenem durmadı, konuştum, sohbet ettim, anlattım, kitap okudum. Sanırım çok sıkı bir kelime haznesi olmasının temelinde bu yatıyor. Konuşmaya başladıktan sonra bu sefer hep o sordu, her sorusuna ciddiyetle ve açıklayarak cevap verdim ( Hatta annem kızım abartma çocuk 3-4 yaşında niye bu kadar detay anlatıyorsun diye sık sık uyarırdı beni ve halen uyarmaya devam ediyor ! )






Annelik maceran nasıl başladı? Çok yoğun bir iş temposundan bir anda evde-bebekli yaşama geçmişsin sanırım?






2007 Aralık ayında eşim Serdar'la evlendik ve ben ondört senedir çok yoğun bir tempoda, bol yurtdışı seyahatli, gece yarılarına kadar çalışmacalı işimde çalışıyordum. Bir tekstil firmasında Genel Müdür Yardımcısıydım ve tüm ihracatı yönetiyordum, çok seviyor fakat çok da yoruluyordum. Evlenince de bu tempo iki sene devam etti. Hep iki çocuğum olsun istemiştim ve biran önce çocuk sahibi olmak istiyordum. Tüp bebek yöntemi ile hamile kaldım ve denemeler sırasında iş tempomu azaltıp haftada iki gün ofis, kalanı evden şeklinde danışman modelinde bir tempoya geçtim. Tüp bebek sürecinde çok şanslıydık, ilk seferde başarılı oldu, transfer edilen iki embriyonun biri hayata tutundu ve biz 2010 yılının Haziran ayında Masal kızımıza kavuştuk. Ben hamileliğimin dördüncü ayında işi tamamen bıraktım çünkü iş stresinin bana ve bebeğime zarar vereceğini düşündüm. Hamileliğim çok fazla kilo almam ve korkunç bel ağrılarımı saymazsak çok zor geçmedi.








Doğum hikayeni anlatabilir misin? İlk günlerde yanında birileri var mıydı? En çok hangi konularda zorlandın?






Çok sevdiğim doktorum Bora Cengiz ( ki geçen yıl kanserden kaybettik kendisini) tüp bebek tercihimizin başından itibaren bizimleydi. Hep beni rahatlattı, çok destek oldu. İlk baştan itibaren normal doğum istiyordum ve Bora bey beni hep destekledi. Ben her doktor kontrolüne bir sayfa soruyla gidiyordum, sorularım, endişelerim hiç bitmiyordu... Sonunda 41.haftada ben artık korkunç bir kiloya ulaşmışken gelin cumartesi suni sancıyla halledelim dedi. Gittik güle oynaya hastaneye ama suni sancı bende pek etkili olmadı, tam 24 saat gerekli açılma bekledik, sinirler bozuldu ama Bora bey gelip bana ctesi gecesi sen merak etme eve gitmeyeceğim hastanede kalıyorum dedi ve beni çok rahatlattı ( bunu yapacak çok az doktor var ne yazık ki, başkası olsa kesin ctesi akşamına sezeryana alıp evinin yolunu tutardı) Ertesi gün yani 20 Haziran ( ki babalar günüydü) saat 11 de Masal'ı hayal ettiğim gibi normal doğumla doğurdum. Üstelik ultrasonlarda çıkan gibi 3,5 kg değil tam 4,270 gr idi. Bora bey bile şaştı kaldı :) bu arada epiduralle normal doğum yaptım o yüzden çok da zor olmadı.


İlk günler heyecan içinde ve acemilik ile geçti, gündüzleri annem veya ablam dönüşümlü olarak yardıma geliyordu, ben fazlaca ürkek ve neyi nasıl yapacağım konusunda çok endişeliydim ama Allaha şükür kısa zamanda adapte oldum.Beni genel olarak en çok zorlayan kendi kendime fazla endişeli olmak oldu, yani kendi kendimi zorladım açıkçası, çok daha rahat bir anne olabilmeyi çok isterdim.






Veee gelelim çocuk kitaplarına. Masal ile ne zamandan beri kitap okuyorsunuz? Kitap okuma köşeniz, rutininiz var mı?


Masal’ı sanırım 3-4 aylıkken yumuşak kitaplarla tanıştırdım, o zaman hikaye okumuyordum ama bu kitaplar üzerinden sürekli konuşup anlatıyordum, 6 aydan sonra kitaplarımız çeşitlendi, bir çok ilk kelime kitabı edinmiştim, hepsini birlikte hatmediyorduk. Ben de kitapçıların bebek ve çocuk kitapları bölümlerine abone olmaya başlamıştım. İlk kez hikaye dinlemeye başlaması 11-12 ay civarında oldu, Bebek Koala serisi favorisi idi, kitapları teker teker çıkartıyordum ve defalarca aynı kitabı okuyup sıkılmadan diğerine geçmiyorduk. Sadece hikayeyi okumak değil de resimlerine bakıyor, üzerinde konuşuyorduk ( yani ben konuşuyordum da o gösteriyordu) İki yaşından sonra kitap sevgimiz, ilgimiz iyice coştu, gün içinde çeşitli seferler kitap okumaya başladık, bir de gece uyumadan evvel mutlaka birkaç kitap okuyorduk. Bizim kitap okumak için özel bir köşemiz olmadı, rahat ettiğimiz yerde, salonda, Masal’ın odasında hatta mutfakta hep içiçeydik kitaplarla. Masal konuşmaya başladıktan sonra kitap okumak çok daha zevkli hale gelmeye başladı çünkü hikayelerin, çizimlerin üzerine yorumlar yapıyor ve keyfini çıkarıyorduk. Bu da beni hep yeni hikayeler, iyi çocuk kitapları bulmaya teşvik ediyordu. O sıralarda piyasada çok fazla çocuk kitabı olduğunu farkettim ve başta okumadan aldığım bazı kitaplarda hüsrana uğrayınca önceden okumadan asla kitap almamam gerektiğini anladım. İçinde korkunç resimleri olan, cümlenin düşüklüğünden benim bile ne dediğini anlayamadığım, son derece bozuk bir Türkçe ile yazılmış pek çok kitaba rastladım bu dönemde.


Ben Masal’ı gün içinde hiç kitap okumaya zorlamadım, teklif ettim, isterse okuduk istemezse okumadık. Özellikle bazı dönemlerde kitap okumak yerine oyunu tercih ettiği zamanlar oldu, hala da oluyor. Hiç bir zaman ısrar etmiyorum, isterse okuyoruz yoksa bazen birkaç gün hiç okumadığımız oluyor. Ama akşamları 3 kitap rutinimiz fazla aksamadan devam ediyor, uzun pazarlıklar sonucu ulaştığımız bir sayı bu, büyüdükçe okuduğumuz hikayeler uzuyor bazen 2ye düştüğümüz, okul yoksa ertesi gün tatilse 4e çıktığımız da olmuyor değil. Kitap seçimini önce ona soruyorum, özel bir tercihi yoksa benim getirdiğim alternatiflerden seçiyor.







"Kitapkurduanne" nasıl doğdu, gelişti? Sitenin tasarımını ve kullanım kolaylığını çok seviyorum. Blog yazıların da hep güncel. Siteyle ilgili aklında başka hangi fikirler var,(tamam tamam aramızda :P )


2014 yazı bu fikir doğdu aslında, evde o kadar çok kitap oldu ve ben o kadar çok bu işin içine girdim ki, bari beğendiğimiz kitapları paylaşayım da başkaları da faydalansın diye düşündüm. Bu ciddi bir vakit işi çünkü, kitapları araştırmak, okumak, doğru Türkçe ile yazılmış düzgün kitap seçmek gerçekten zahmetli. Bir de çocuğu çok iyi tanımak gerekiyor, her çocuğun beğenisi, algısı ve beklentisi farklı sonuçta. 2014 yılı Eylül ayında Masal da tam gün anaokuluna başlayınca benim de bir hayli zamanım olunca, instagramdan bir gün açıverdim "kitapkurduanne" hesabını. Şimdi dönüp baktığımda ne kadar amatörce fotoğraflarla başlamışım diyorum, zamanla gördüm ki bu konu bir çok anne için ilgi çekici ve gelen yorumlar beni daha da motive etti. Kitapkurduanne büyüdü, ben kendimi geliştirdim ve artık daha üst yaş grupları kitaplarına da el attım. Okudukça keyiflendim, beğendikçe paylaştım... Fakat paylaştığım kitap sayısı arttıkça instagram benim bile takip etmekte zorlandığım bir hale geldi, site fikri de buradan doğdu. Eşimin bir yazılım firması olması bu noktada tabii ki çok işime yaradı ve hayal ettiğim gibi bir siteye ulaştık. Ben gene de çok mutlu değilim :) ( rahatsızım ya !) Blog’a yeterince zaman ayıramıyorum, yazmayı istediğim yazıları toparlayamıyorum, hep birşeyler çıkıyor. Hergün şunu da yapsam bunu da eklesem diye kafamda bir dolu düşünce ile yakında kendimi toparlamayı umuyorum...


Sana en çok sorulan sorulardan biridir sanırım, "bebeğim x aylık, kitap okumaya başlamak için erken değil mi?" "çocuğum x yaşında, hangi kitapları okumalıyım?" Sence cidden var mı böyle bir alt sınır ya da kategori? 5 yaş için önerilen bir kitap, 2 yaşındaki bir çocuğa keyif ver(e)mez mi mesela?


Ben bu konuda bir çok kişiden farklı düşünüyorum, bazı kitapların çok erken yaşta çocuklara okunmasının çok keyif alıyor gözükseler de bilinçaltında ilerde farklı şekillerde ortaya çıkacak kaygılara, korkulara ve gereksiz düşüncelere yol açacağı fikrindeyim. Bir yandan da her çocuk farklı, algısıyla, talebiyle, okuduklarını özümsemesi ve bunlardan etkilenmesiyle.. Masal’da ben bunu 3-4 yaş arasında çok yaşadım, kitabın çizimleri olabilir, kullanılan tek bir kelime olabilir veya bir konu olabilir, ne kadar etkilendiğini, korktuğunu, kafaya taktığını gördüm... Ve anladım ki bu konu önemli ! İşin bir diğer yanı da bazı kitapları erken okumak hikayeyi çok da iyi anlamamalarına, bir nevi kitabın heba olmasına yol açıyor. Ben bu yüzden bir fikir vermesi açısından minimum bir yaş fikri vermeye çalışıyorum, karar tabii ki annelerin ve babaların ve tabii ki çocukların :)






Yoğun bir iş temposundan yoğun bir bebek-çocuk bakımına geçtiğinde işe geri dönmeyeceğini tahmin ediyor muydun?


Eski işime geri dönmeyeceğimi biliyordum, çünkü çok yorulmuş ve yıpranmıştım ve bence tüketmiştim kendimi. Farklı bir şeyler yaparım diye hep düşündüm, aslında hedefim Masal 3 yaşına geldiğinde çalışmaya başlamaktı ama beceremedim, hep kendim birşeyler kurayım istedim, erteledim, üşendim...İyi ki de üşenmişim "KitapkurduAnne" ciddi vaktimi alıyor şu an, ve ilerde çocuk kitapları ile ilgili birşeyler yapabilirim diye düşünüyorum, neden olmasın?


Sence "anne" kime denir?


Bence anne bir sabırtaşı ile delilik arasında, aşkların en büyüğü ile cinnet arasında gidip gelen insanüstü varlıktır ! Nokta.







Bu da çok merak ettiğim bir sorudur, annende görüp "asla yapmam" dediğin ama yaptığın ve gülümsediğin bir şeyler oldu mu?


Annemde görüp değil de etrafta görüp yapmam dediğim pekçok şeyi yaptım hala da yapıyorum.. Çocuğum yokken ayıpladığım, aa anneye bak çocuk kendini yerlere atıyor bir şey yapmıyor dediğim, elinde tablet gördüğüm çocukların anne babalarına kızdığım çok oldu. Yapmam dediğim pek çok şeyi şu veya bu şekilde yaptım, pişman değilim gene olsa gene yaparım :)


Masal'ın ve senin favori kitaplarınızı soracağım ama çok mu uzun olur bu liste, ek olarak da koyabilirsin :)


Masal’ın çok sevdiği bir çok kitap var tabii ki, dönem dönem favorileri değişiyor bir de hiç bir kitaba “beğenmedim” diyemiyor, kıyamıyor onun yerine “bunu daha az beğendim” diyor mesela çok hoşuma gidiyor. Son dönemde bana yazarları ve çizerleri de sorar oldu, bir yazar ismini duyunca daha evvel bu yazarın başka kitabını okuduk mu diye soruyor mesela. Bir de güzel çizimli kitaplarda hayran kalıyor çizimlere ve “anne yaa bir insan nasıl bu kadar güzel çizebilir” gibi yorumlar yapıyor.Liste çok uzun olacak ama ben gene de Masal’ın en favorilerinden yazayım.


Rengarenk Kasabası, Kitapkurdu Lily, Rüzgarın Üzerindeki Şehir, Ben Ne Zaman Doğdum, İki Utangaç Panda, Memo ve Ay, Leyla Fonten serisi, Büyükanne ve Miyop Ejderha, Pezettino, Masal Battaniyesi, Sakar Cadı Vini serisi, Meraklı Tavuklar serisi, Kedi Adası, Üç Kedi Bir Dilek, Annemin Çantası, Farklı ama Aynı, 5 Çocuk 5 İstanbul ( bu aralar en favorisi) , Murat Bey ve Işıltı Hanım, Zuzu serisi, Kütüphanedeki Aslan, Büyük Sözcük Fabrikası,Oliver, Dodo’nun Komik Karışımları, Değirmenler Vadisi, Mış Gibi, Nokta, Çilli Begonya.







Bana göre oldukça tecrübelisin, sence,bebeği henüz 15.5 aylık bir anne, yavrusunun hangi dönemlerinden korkmalı, hangi an'ları kaçırmamak için gözünü dört açmalı ve özünde nelere dikkat etmeli?


Valla bu iş bence çocuğa göre çok değişen bir konu ve inan günü gününe uymuyor, tam neyse oldu bir düzen oturttuk diyorsun yeni bir şey çıkıyor karşına. Akışına bırakmak, yaşayıp da görmek en iyisi sanırım. Ben biraz mükemmeliyetçi ve pimpirikli bir tipim, o yüzden şimdi geriye dönüp baktığımda kendime kızdığım çok nokta var. Örneğin bu yemek işini beceremedim, blw falan haberim yoktu ve hep ben yedirdim, hala bunun cefasını çekiyorum o yüzden..Eskiden Masal’la ilgili notlar alırdım, ilerde unutmayayım bakarım diye, uzun zamandır yapmıyorum bu da kendime kızdığım ayrı bir konu. Bir de çok yufka yürekliyim, ağlamasına dayanamıyorum ve böyle durumlarda kendimi çok zorluyorum, doğru olduğunu bildiğim şeyleri yapamayabiliyorum.Özellikle inat ve öfke krizleri için hazırlıklı olmak, sağlam bir sabır, konu büyümeden ilgiyi başka yöne çekmek önemli sanırım. Bir de her dönemin geçici olduğunu kendine hatırlatırsan ( yani başarabilirsen) geçiyor çünkü eninde sonunda...Erken yaştan kendi yemeğini yiyen, özellikle üç yaşından sonra kendi kendine kimseye ihtiyaç duymadan belli süreler kendini oyalayabilen bir çocuk yetiştirmek önemli sanırım. En önemlisi de çocuğu adam yerine koymak, konuşmak, anlatmak ve söylediği şeyi dinlemek


Masal ile ilgili olarak “iyi ki yapmışım” dediğin neler var?


En başta iyi ki ama iyi ki doğurmuşum diyorum tabii ki :) Masal’la hep çok konuştum, anlattım açıkladım, küçüktür anlamaz demedim, iyi ki de yapmışım çünkü kelime haznesi çok gelişti ve pek çok konuda şimdiden fikir sahibi oldu. Kitap okumak, kitaplar içinde büyümesini sağlamak ve kitapların tadını almasını görmek benim için çok önemliydi. Şimdilik başardım ama tabii kendi okumaya başladığında nasıl olacak bilemiyorum :) İyi ki işi bırakıp Masal’a kendim bakmışım ve birebir vakit geçirmişim diyorum bir de...






Anne adaylarına ve benim gibi acemi annelere neler tavsiye edersin?


Her çocuk farklı, çocuğu iyi tanımak, nerede ne tepki verdiğine dikkat etmek, hoşlanacağı, hoşlanmayacağı şeyleri bilmek ve buna göre olası krizleri bir nebze de olsa azaltmak. Sürekli olarak ben birşeyleri yalnış mı yapıyorum hissinden kurtulmak, çocuğunu hiç bir çocuk ile kıyaslamamak, her dönemin keyfini çıkartmaya çalışmak, doya doya yaşamak, bol sarılmak, öpmek koklamak ve herkesi de çok dinlememek :) veee akışına bırakmak...


Katıldığın için çook teşekkür ederim.


Esra’cım esas ben sana çok teşekkür ederim güzel blog’unda bana da yer verdiğin için... iyi ki seni tanımışım....






Sohbetler bitince biraz hüzünleniyorum ben. Keşke daha çok hatta daha da çok soru (kumkurduna sevgilerle) sormuş olsaydım diyorum. Ya da daha iyisi bu sohbette neden karşılıklı kahve içemedik ki diye hayıflanıyorum. Ama asıl üzüntüm bu sohbetlerin kaynağı olan bal yanakları sevemedim diye oluyor, itiraf edeyim. Masal'ın ismi o kadar güzel ki yanımda olsa Masal'a hep ismiyle hitap ederdim sanırım :)


Çocukları biraz daha büyümüş annelerle konuşmak, yazışmak, haberleşmek bana çok iyi geliyor.


Akça'nın "Sürekli olarak ben birşeyleri yalnış mı yapıyorum hissinden kurtulmak, çocuğunu hiç bir çocuk ile kıyaslamamak, her dönemin keyfini çıkartmaya çalışmak, doya doya yaşamak, bol sarılmak, öpmek koklamak ve herkesi de çok dinlememek ve akışına bırakmak.." satırlarının altını çizdim bu sohbette.


Yazmayı unutmuşum Akça, sen de iyi ki varsın, tatlı balık arkadaşım benim :)





*Bir dolu "annelik sohbeti"ni güzel bir kahve eşliğinde okumak isteyebilirsiniz :)
Devamını oku »

28 Temmuz 2015 Salı

Günün Mutluluk Sebebi- 6

Üniversitede "Halkla İlişkiler" okudum ama zorunlu dersler dışında tüm dersleri Sinema bölümünden seçtim. Ki bu arada ben uzun yıllar "Gazetecilik" okumak için çalışmıştım. Masamda -kendisi evet benim meşhur çalışma masam olur- hep Ankara/Gaztecilik yazardı. Hedefim oydu. Tek tercih yapacaktım. Niyetim de oydu. Meğerse kader ağlarını örmüş, haberim yokmuş. Tercih günü bir şeyler değişti ve ben "halkla ilişkiler" yazdım. Hala gülerim bu tercihime çünkü bence oldukça asosyal biriyim :)
Bu yazının konusu tabii ki benim üniversite tercihlerim değil ama üniversitede çok sevdiğim bir bölüm olan; sinema.
"Dünya Sinema Tarihi" diye bir kitap vardı, Dost kitabevinden taksitle aldığım ilk kitaptı. Nasıl mutlu olmuştum, yurda kadar sarılarak gitmiştim.
Nejat Hoca iyiydi hoştu ama Hint sinemasını çok severdi. Ben daha çok senaryo derslerini severdim, Ali Hoca ile. Demek o zamandan belliymiş benim yazmaya olan hevesim.
Bir de okurken Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivalinde çalışmıştım. (Çok alakasız ama kabak mücverden orada nefret etmiştim, hala barışamadım kendisiyle) Elif Şafak'ın söyleşisine katılmış, azıcık kem küm ile yanına gidip "merhaba" diyebilmiştim.
Sinema deyince hep aklıma üniversite yıllarım gelir."Film, sinemada ve yalnız olarak izlenir." Bilin bakalım bu şahane cümle kime ait :) O zamanlar hep "sanat" filmleri izlerdim ve yanımda birilerinin olmasına, mısır bile yenmesine dayanamazdım. Bir de nedendir bilinmez korku filmlerini de izlemekten hoşlanırdım. Şimdi fragmanına bile bakamıyorum. Haftada 1 kez sinemeya gitsem kendimi eksik hissederdim. Bak yazınca bile çok değişik geldi. "Bu ben miyim?" dedim. Metropol sinemasının karşısında da içinde tavşanları olan bir çocuk kitapçısı vardı. Sinema öncesi rutinlerimden biriydi. AVM olmadığından sinemaya hep Kızılayda giderdim. Hele ki Kızılırmak sineması. Eskidir ama bence gerçek sinema orasıdır.
Hatta o dönem Sinema dergilerim vardı, satır satır okurdum, notlar alırdım. İleride sinemayla ilgili bir şeyler yapacağımdan da çok emindim. Bak şimdi :)

Zamanla sinemadan biraz uzaklaştım. Bana göre "nitelikli" yapımlar azaldı, bilet fiyatları çok arttı, Kızılaydaki sinemalar kapandı... Uzaktan bir izleyici haline geldim.
Vizyonda ne olduğunu, oyuncuları, bağımsız yapımları hep takip etsem de son yıllarda bu durumda da azalma olmuştu.
2013 yılının Aralık ayı(galiba 26sı falan) Hobbit'i izlemeye gittik, Elif karnımdayken.
Bir daha da sinema yüzü göremedik :/
Ta ki...
Dün akşama kadar.
Çeşitli faktörlerin de etkisiyle şimdiye kadar Elifi bırakıp bir yerlere gidemiyorduk (merkeze uzak oturmamız, Elifin biberon almaması, uyku problemleri vs)
Annemler buradayken 19 ay sonra filme gidelim dedik. Tam da o gün yani dün öğretmeni çıkışta "bugün sizi aradı" deyip içimi cızlatana kadar :/ Vicdanımla başbaşa kalacak vaktim pek olmadı, kendimizi sinemada bulduk.
Aklım hep Elifte kaldı, zaten tüm gün görüşemedik diye.
Film tercihimiz Marvel'den oldu: "Antman"
Bir x-man değil tabii ki ama yine de 19 ay sonra sinemada olmak ve film izlemek çok güzeldi.
Eski düşüncem çoktan değişti: "Film, mısır yenerek izlenir"e evrildi. Bana sinemadaki mısırlar çok yağlı ve tuzlu gelir, o yüzden evde yağsız tuzsuz patlatırdım, onu götürürdüm sinemaya ama dünkü mısır çok hoşuma gitti :) Çıkışta bir de baktım çenemde şahane bir mısır yağı sivilcesi çıkmış bile :)
Kısacası dünkü mutluluk sebebim 19 ay sonra sinemaya gitmek oldu :)
Darısı inşallah bir 19 ay daha beklemeden gideceğimiz diğer filmlere.
Yok hani bir kıvırcık bize doğum günü hediyesi olarak "Ben Elife bakarım, siz sinemaya gidersiniz" diye söz vermişti.
Evinde hem kedisi hem köpeği de olduğuna göre Elife bakmasına bile gerek yok, üçünü salona salsa Elif oyalanır zaten :)
Bir de dün etrafta çok havalı bir şekilde dolandım, bana özel çizim bir çantam vardı çünkü, yaşasın Özlem :)

Devamını oku »

27 Temmuz 2015 Pazartesi

İzleyin Mutlaka: Suits :)

Yabancı diziler arasından aklıma yatan bir dizi bulmak benim için epey güç oluyor.
Favorim hala Friends olsa da yeni dizi önerilerine açığım.
Bir dönem Gilmore Girls izlemiştim, çok sevmiştim. Daha az "kızsal" bir şeyler izleyeyim, içinde bir heyecan olsun ama "vurdu, kırdı" olmasın, başrolde de Harvey abimiz olsun derseniz SUİTS dizisini cidden tavsiye ederim.
Çok oldu ben izleyeli, yeni bölümlerin geldiğini fark edemeyecek kadar uzun zamandır da dizi dünyasında değildim :) Ta ki geçen gün "canım kitap okumak istemiyor, eskiden dizi izlerdik" deyip dizilerin olduğunu sayfayı açana kadar. Suits'in yeni bölüm haberini görünce heyecanlandım tabii.
Çok bölüntülü olsa da yeni bölümleri su gibi içtim.
Hukuk bürosunda geçen bu dizide beni en çok güldüren karakter Louis Litt. Şahane bir oyuncu(luk) bence.
Hani insan bazen kafamı boşaltayım ama boşaltırken de çok saçma bir şey izlemeyeyim ister, bence SUİTS tam bu kategoride yer alıyor.
Bazıları bu diziyi Harvey Specter için izlediğimi söylese de, yoo yok öyle bir şey :)

Görsel Kaynak: buradan
Devamını oku »

26 Temmuz 2015 Pazar

Günün Mutluluk Sebebi-5

Hafta sonu biraz yine evi yerleştirmeli geçince taşındığımızdan beri kullanamadığım çalışma masama da kavuşmuş oldum. Son günlerin en büyük mutluluk sebebi bu olmalı.
Bir çalışma masası demek sadece basit bir masa değil benim gözümde. Bir arkadaşımız evde bir "çalışma odası" olduğunu duyunca anlayamadı,"ne çalışacaksınız ki" dedi :)
İlkokul zamanlarımdan beri hep bir masam oldu ve ben orada çalıştım. Kardeşim gibi kitabı yatağın içinde okuyup orada mayışarak çalışamadım hiç.Ben masada olmalıyım. Önümde takvimim, kağıdım kalemim olmalı. Lisede ve üniversitede de bu geleneği devam ettirmiştim. Sadece bir ara devlet yurdundayken değil çalışma masası, yemek masası bile görememiştik :) Öğrenci evimizde bile masam vardı. Hatta evlenmeden önceki 2+1 evimin bir odası tamamen kıvır zıvır ve çalışma alanıydı, aman ne güzeldi. Elif doğana kadar da bu geleneği bozmadık. Elif doğduktan sonra ise çalışma odamız Elifin odası oldu ve karabalıkla ben ortada kaldık :) Benim tüm eşyalarım salona taşınıp duruyordu ki bir müddet sonra oraya yerleştiler. Masa o kadar dolmuştu ki eve gelen misafirleri yemeğe almak istemiyordum masamı boşaltmayayım diye. Tabakları önlerine sehpada versem ayıp olmayacak kişilerle görüşmeye başlamam  tesadüf değil yani.
İşte tam da bu sebeplerden, bir çalışma odamızın olması ve kendimize yepyeni çalışma masaları almak en başından beri aklımızdaydı. Masaların yapımına sıra geldi ancak oturmaya fırsat olmamıştı. Ta ki bu hafta sonu ben bu zinciri kırana kadar.
Çalışma masası demek, zihnimi dökebileceğim bir alan demek. Hiç öyle pinterestte yer alan acayip uçuk fikirliler gibi değil.Bildiğimiz bir masa ve kıvır zıvırdan oluşan kendi halinde bir masa şu haliyle ama ilerisi için şahane fikirlerim var yapabilirsem. Duvara karşı olsam bu fikirlerim daha kolay yapılabilirdi ama olmadı, karşımda karabalık var :)
Odamızın en sevdiğim iki tarafı:
1. Gün batımı şahane güzel bir ışık yapıyor, saat 19.30-20.00 arası, yakalayabilirsem.
2. Akşamları pek tatlı bir rüzgar esiyor ve masamdaki rüzgar gülü fır dönüyor, çok neşeleniyorum.
Benim masam hep doludur,karışıktır ve bana ilham verir. Nedense takvimim yok yalnız. Alsam mı dedim ama zaten Ağustos ayına geldik, sanki yıl sonu gibi...Karar veremedim. Çok kötü çekilmiş bir fotoğraf ile masamı az buçuk anlatmış olayım. Sonra daha güzel fotolarını eklerim. Sol baş köşede kitap ayraçlarım var. Hemen yanındaki tavşan, nasıl desem, benim neşe kaynağım. Ne zaman baksam püskürtmeli gülesim geliyor :) Notlarımı alacağım 3-5 defter illaki, bir tane olursa eksik hissederim. Şimdilik ana merkezde bilgisayar var ama normalde bilgisayar pek olmaz. O gün gönlüm ne isterse onun işi olur önümde. Çekmecem bile var bu masada, durup durup açıyorum, ayy ne büyük mutluluk. Arkamda ise kıvır zıvırlarımın olduğu bizim eski kitaplık var. Çaprazımda müzik setimizden Joy Fm çalıyor.
Bu alanı özlemişim. O yüzden de bu kadar büyük mutluluk duydum sanırım.Bir müddet burada takılacağım ben, hani ararsanız :)

Devamını oku »

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Çalışmak Değil Üretmek İstiyorum

Bugün bunu fark ettim. "Günün mutluluk sebebi" etiketime yenisini ekleyecek olsam onun da adı "günün farkındalığı" olurdu sanırım.
İşyerine döneli sanırım 1 ay olmadı ama birkaç haftayı geride bıraktım.
Neler yaşadım, neler hissettim onları da yazmak istiyorum biraz zaman geçicince ama işe başlayınca ilk hissettiğim şey bu olmuş lakin ben bunu yenice adlandırabiliyorum. Bugün yine öğle arasında şapkamla çıkıp kendimi en sevdiğim parkın favori bankına atınca fark ettim. O kadar güzel bir yer ki benim için. Kuruma yakın olmasına rağmen kimse o parka gelmiyor, ağaçlar koyu gölge yapıyor ve ben kuş sesleri eşliğinde bazen kitap okuyorum bazen de sadece oturuyorum, öylece hiçbir şey yapmadan. Bu eylemi sevdiğimi biliyordum ancak önemini anlayamamıştım evdeyken. Şimdi daha iyi anladım.
"hiçbir şey yapmadan öylece oturup etrafı izleyebilme"lüksü diye bir şey girdi hayatıma :)
ama şimdi konumuz bu değil.
Sadece bazen bir ortamda insanın aklına bir şey geliverir ve bu durum onu heyecanlandırır, işte benim yaşadığım böyle bir şey-di. Bu da onun yazısı.
Biraz "işimi neden sevmiyorum acaba" diye kendimi kurcaladım. Çünkü -en azından bildiğim kadarıyla- tembel biri değilim yani çalışmayı seviyorum.
Geçen günkü yazıda bahsettiğim 1. pozisyondaki işimde bu "sevmeme" halini neredeyse hiç yaşamamıştım. Oradaki fark sadece insanlar mıydı? İkinci görev yerimi apayrı bir kategoride tutuyorum zaten. Keşke hakkında daha çok şey yazabilsem :)
Ve şimdi...
Parktaki aydınlanmayı yaşamamın sebebi işe ilk başladığım günden beri hissettiğim "ben burada geçiciyim nasılsa" hissi olmuştu (bence) Bunu da 17 aydır çalışmıyor olmama bağlamıştım. Bir de hala vaktimin çoğunu 17 aydır görüşemediğim arkadaşlarımla çay, çorba içerek geçirmemin de etkisi olmuştur. Kimseye "hayır, gelemem" diyemediğim için katlar arasında dolanıyorum. Çayocağındaki çocuk "yine mi siz" bakışı atıyor ve ıhlamuru hemen benim önüme koyuyor :) Benim için çok şükür ki bu açıdan yavaş bir geçiş oldu.
Ama bu his...
Hani nasıl desem, "benim burada ne işim var" hissi geldi çöreklendi üstüme. Hep oradaydı da 17 aydır raftaydı gibi. Neden bilmiyorum doğum iznine giderken "nihahaha" nidalarıyla kurumdan ayrılmış, yakın zamanda da dönmeyeceğime kendimi ikna etmiştim. Kısmet olmadı :)
Parkta yaşadığım aydınlanmaya göre(ki bir zahmet, artık o konudan bahsetmeye başlasam iyi olacak, neredeyse yazı bitti) ben "çalışmak değil üretmek" istiyorum.
Birinci yaptığım işte -saflığım da etkisiyle- işim yoğun da olsa kendime yeni iş yaratırdım. Tek başıma çalışıyordum ve direk olarak büyük patrona bağlıydım, dolayısıyla rahattım. Tek derdim yeni bir şeyler ortaya çıkarmaktı hatta iş dışı bovling turnuvası bile düzenlemiştim :)
Oradan sonrası benim için hep "çalışma hayatı" oldu çünkü ortam ve insanlar motivasyonumu nasıl düşürdüyse üretmek içimden hiç gelmedi. Sadece bana verilen iş bile günlük mesaimi fazlasıyla geçiyordu ki çoğunda evde, tatilde, haftasonu da çalışıyordum :/
"Üretmek" ile neyi anladığımı sorguladım bu kez de. Yani dikiş makinesi alıp çanta, yastık mı üretmeliydim ya da 3 metre uzunluğunda çok şeker mini cupcake'ler mi yapmalıydım?
Tabii ki hiçbiri :)
Üretmekten benim anladığım, zihnimin gıdıklanmaya devam etmesi.
Yeni bir şeyler peşinde olma heyecanı ve isteği sanırım zihnimi oldukça dinç tutar.
Bu da belki biraz "proje bazlı" çalışmakla olur. Gerçi bu tamlama bile çalışma hayatından bir cümle gibi.
Sanırım en çok özlediğim şey, özgür düşünebilme yetisi.
Sınırları, insanları, çevreyi bir müddet yok sayarak hayal bile kuramadığımı fark ettim.Hep bir kısıtlanmışlık hali ne yazık ki.
En son üniversitedeyken ve mezun olduktan sonraki 1 yıl işsiz gezerken bu kadar rahattım. Sanki dünya benimdi, istediğim her şeyi yapabilirdim.
Ancak hep bir güçsüz hissediyordum. Olay dönüp dolaşıp maddiyata geldiğinde sıkışıp kalıyordum. "İşimi sevmesem de olur, kazandığım parayla kitap alırım,mutlu olurum ben" demiştim bir müddet sonra. İnsanın ne istediğine de dikkat etmesi gerekiyormuş, onu anladım.
Küçük Joe'nun şu yazısını dönüp dönüp yeniden okuyorum. "Ne istediğini bilmek" fiili/eylemi/durumu benim için oldukça uzak bir zaman diliminde kalmış, onu fark ettim. Kendimi sadece "yaşıyoruz işte" modunda rüzgara kaptırmış gidiyormuşum.
Gerçekten istediğim şeyin "çocuk kütüphanesi" olduğunu düşünüyorum aslında ama bu fikrin de kendi içinde evrilmesi lazım. Sadece çocuk kitapları okuyarak kendi kütüphanemi açmaya çalışsam ... Yapmak istediğim şeye ulaşmak için emek vermeliyim ve bunun için de bolca beyin gıdıklanması yaşamalıyım. Bence tam olarak ihtiyacım olan şey bu.

Bu da üretme sürecinde beynimi çalıştıracak olan fındık :)

* Bu yazıya işyerinde başlamıştım. Oda arkadaşım "bu kadar heyecanlı ne yazıyorsunuz" dedi, güldüm, ara verdim, eve geldim, komşum kahveye davet etmişti ona gittim, orada başka bir komşu tarafından oldukça canım sıkıldı, migren tuttu, ilaç aldım, Elif ısrarla çok uyandı, ben de uyumaktan vazgeçip blogumu açtım ve yazıyı tamamladım.

Devamını oku »