Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




7 Kasım 2015 Cumartesi

Hayallerimin Kitapçısı

Kitapları çok seven hemen herkesin hayalidir sanırım bir gün bir kitapçı sahibi olmak. Sıcak bir atmosferde elinde kahve kupası gelen gidenle sohbet edip kitap okumak... Kare'de çalışmamış olsaydım belki daha romantik cümleler kurabilirdim ama biraz işin içine girince romantizm ışıkları anında sönüyor ne yazık ki. Belki de bu yüzden benim hayalim bir kitapçı değil de bir kütüphane. "Çocuk kütüphanesi" hatta :) Hani mesajlar yanlış gitmesin sevgili evrene :) Bu kitabı geçtiğimiz haftalarda Yağmurda gördüm ve çok merak ettim. (Gamze, senin de tavsiye ettiğini düşünmüştüm ama yanlış hatırlamışım) Bir süredir gece kitabı olarak uykudan önce okuyorum bu kitabı. İlk sayfalarda çok zorlandım. Hikayenin içine bir türlü giremedim çünkü ortada bir hikaye göremedim :) Sonra anlatım tarzına alıştım ve kitabı sıkılmadan okudum. Kitaplığımdaki ilk Timaş yayınları sanırım bu kitap. Neden yayınevine karşı ön yargılı olduğumu okurken hatırladım. Oldukça kötü bir çevirisi var kitabın. Hani nasıl desem (saygısızlık da etmeden) sanki kitabı bir editör hiç görmemiş, kitap bize "ham" haliyle sunulmuş gibi. hemen her sayfasında imla hatası ve anlatım bozukluğu vardı, not almadım bile.
Yağmur da demişti, "biraz blog okur gibi okuyorum" diye. Ben de bir süre sonra mücadeleyi bırakıp "kitap okuma" hevesinden çıktım, blog okuyorum diye yaklaşınca keyif aldım:)


Kapağı bence çok güzel tasarlanmış olan bu kitapta Petra Hartlieb, eşi Oliver ile birlikte işlerini bırakıp Viyana'da küçük bir kitapçıyı nasıl satın aldıklarını ve işlettiklerini detaylıca anlatıyor. "Bir gün kitapçı açmak istiyorum" diyen herkes bence bu kitabı okumalı.Kültürel farklılıklar çok fazla olsa da (Noel zamanı gibi) bence yine de fikir verecektir. Yazar biraz daha kronolojik sırayı gözetseymiş belki hikaye daha güzel olurmuş. Zaman ve olay olarak herhangi bir sıralama tercihi yok. Yazar sadece anlatmış :) Hayalinde kitapçılık olmayanların sıkılabileceğini bile düşündüm okurken. İnternette kitap yorumlarına bakarken bu bloga denk geldim. Orada yazar ile ilgili daha detaylı bilgiler var. (*Görsel de bu blogdan)

Kitap, beklediğim kadar iyi değildi ama aklıma yazdığım yerleri de vardı. "İyi ki okumuşum" diyebilirim bu sebepten bu kitap için.

Hayallerimin Kitapçısı
Özgün adı: Meine wundervolle Buchhandlung
Yazan : Petra Hartlieb

Çeviren: Sevgi Tuncay
Timaş Yayınevi, 2015, 200 sayfa, karton kapak
Devamını oku »

Hoş Geldin Kasım :)

Sanırım bazen "dağılmak", toplanmak için gerekli olan bir şey.
29 Ekim tatili için aklımdan geçen hemen hiçbir şeyi yapamamış olmama üzülmedim.
Üzülecek vaktim olmadı:)
Meğerse 3 gündür yanan kaloriferden vücudum tir tir titrerken tesadüf eseri haberimiz oldu. Uşak'ın Sesli battaniyelerinin altında kedi gibiydim oysa.
Elif'e "el-ayak-ağız" hastalığının başlangıcı demişti doktor,kreşe göndermedik. Kaç kişiye sordum(doktorlar dahil) bu hastalığın büyüklere geçmediğini söylediler. Ben de buna inandım.
Bir gün uyandığımda yüzümde tam 14 (sayıyla on dört) saçlarımda iki adet sivilce vardı ve acayip kaşınıyordu. (Gregor Samsa gibiydim :) Ellerim ve ayaklarımda kızarıklıklar vardı,yürürken ya da bir şey tuttuğumda acıyordu. Bunların hiçbirini bir araya getiremedim çünkü gripte 4. haftayı bitiriyordum. Tam 4 hafta maşallah burnum aktı ve boğazımın acıması normal-di. Doktora sordum, boğazıma bakınca teşhisi koydu: el-ayak-ağız hastalığı diye. Fener alıp boğazıma baktım ve ahtapotun kolları gibi kabarcıklar gördüm. Iyy çok kötü. O ara hep ertelediğim dişçiye de 2 kere gidip (teknik olarak 3 kez gittim) orada da tatlı bir acı yeyince "Allah'ım bu kadar olsun" dedim :)
Doktor: "uyuşturmadan da yapabilirim"
Ben: "En yüksek doz neyse onu verin."
Ben (iç ses): "Anestezi boşa icat edilmedi herhalde" (Burcu, seni çok andım)
Bir gün kaçamak yaptım bir saatlik boşluğumda itiraf ediyorum. Yanıma defter almayıp, not tutmayıp,yapılacak listesiyle kendimi boğmayıp sadece çay içip tutunamayan amca oğuz atayı okudum. iyi hissettim. (amca tutunamamış, ben niye iyi hissettim bilmiyorum :)
İşin aslı bu hastalık sırasında daha iyi bir şey oldu, ben biraz aydınlandım ve kendim için yepyeni kararlar aldım.
Bunlardan en önemli iki tanesi de: kendine bakma (ruhen ve fiziksel olarak) ve yavaşlama.
"Bunu en son 4 sene önce yapmıştım" dediğim şeyler çok olunca "4 sene önce ne olmuştu?" diye düşündüm. Ve çabucak buldum. Hayatımızda farklı bir yolda yürümek için karar almıştık ancak uygulayamadık (not yet). Peki benim kafam neden hala orada kalmış? Ve ben bunu anlayamamışım. Değişik geldi. Uyanmışım gibi hissettim. Özellikle doğumdan sonra iyice artan beyaz saçlarım tanıdık tanımadık herkesin dilindeydi, kesinlikle kötü görünüyordum. Lakin ben öyle hissetmiyordum. Ve bu baskıların kararımı etkilemesine izin vermek istemedim. Bu hastalık zamanında ise beyaz olan tenim sanırım iyice beyazladı ve aynaya baktığımda kara kaşlarımdan başka sadece çok yorgun gözler görmeye başladım. Buna üzüldüm. Karabalığın dediği şu laf ise çok doğruydu: "Seni hasta gösteren beyaz saçların değildi, kendini bırakmış olmandı..." Doğru.
Ben de kimsenin etkisinde kalmadan saçlarımda bir takım değişiklikler yaptım. Sanırım fena olmadı. 4 sene önceki ruh halimi fark etmiş olmak ve ondan çıkmak bana iyi geldi. Lafı uzatmış olmayayım, kendimle ilgili başka değişiklikler de yaptım :)
İkinci en önemli karar ise, yavaşlamaktı. "Yavaş ebeveynlik" kitabını ilk çıktığında okumuştum, sevmiştim de (Eda, kitap hala sende) ama uygulama şansım pek olmamıştı. Son zamanlarda kitaplar konusunda yaşadığım açlık/saldırma hallerinden sonra bu karar iyi oldu. Ne kadar çatlarsam çatlayayım aynı anda en fazla 2 kitap okuyorum artık. (10 gün önce bu sayı 5ten fazlaydı ve cidden kafam dolmuştu)
İşte tam da bu yüzden gezdiğim sahaflardan sadece çok acayip istediklerimi aldım. Bu sayı da 20'den fazla olmadığına göre başlangıç için fena değilim :) Ankara'da olanlar Karanfil pasajındaki 3 sahafı mutlaka gezsin derim. 1. baba-kız 2. onların bitişiği: özgür 3. onun karşısı prensipli çocuk. 3. çocuğu son gittiğimde dövecektim, beni çok sinir etmişti hatta içimden daha da uğramam buraya demiştim. Ama o kadar gıcık biri ki çocuk kitaplarını dışarı koyuyor ve ben Özgürün dükkanında gezerken gözüm oraya kayıyor ve kitapları seçmeye başlıyorum gözlerimle. Sipariş asla almıyor, ikinci el olduğu için kitaba etiket basmıyor ve başka başka kuralları var. Bu sefer biraz daha muhabbet ederken fark ettim ki dükkanı hakikaten ganimetlerle dolu :)
Aldığım bir diğer karar ise SADELEŞME. Bunun için de zihnimin çöp kovası çalışma masam ile işe başladım. Öncelikle masamın yerini değiştirdim. Duvara bakıyorum artık :) Serra gelse de bana güzel bir çalışma alanı yapsa diye bekliyorum :) Bir de pek yakında inşallah yeni yıl kart yapımına başlıyorum. Sevdiklerime kart göndereceğim, şimdiden başlasam ancak yetişir. Aklımdakiler 60'ı geçiyor çünkü :)
Sarı horozun içindekiler postcrossing kartlarım. Hatta onlara yenileri de eklendi ama onlar başka yazının konusu. Bir de kitaptan bahsedecektim ama konu çok mu dağıldı ne :)
Ekim ayında "okuma listesi" oluşturmuştum ve tabii ki uymadım ona. Bundan sonra "okuduklarım" listesi yazarım aylık, o daha mantıklı.
Bu ayın dilekleri de burada olmuş olsun. Kısacası Hoş geldin kasım.
Senden beklediklerim:
1.kendine bakma konusunda özen ve bunun devamı
2.yavaşlama
3. sadeleşme

Hani neredeyse "iyi ki hasta olmuşum" diyeceğim ama yok en iyisi "her şerde vardır bir hayır" diyeyim :) Aydınlanma böyle bir şey olsa gerek değil mi?
Bir de bu yazıyı okuyan sevgili Serra bir gün bize Buse ile gelip çalışma odası tüyoları mı verse ki:)
*Hasta oldum diye kapıma çorba getiremeyip bana kırmızı balonlar gönderen can arkadaşımı da öperim :)
Devamını oku »

29 Ekim 2015 Perşembe

Bu Aralar: Biraz Dağıldım

Sanırım biraz dağıldım.
10 milyon tane işe yetişmeye çalışırken kimseden yardım istemeden kendi halimde dolanıp durmak biraz yordu beni.
3. haftanın da bittiği sümüklü halimiz, burun tıkanıklığının tetiklediği baş ağrılarım, iş yerinde yetiştirmem gerekenler, evle ilgili yapmam gereken işler derken biraz fazlaca dağılmışım.
Bu tatil için kafamda çok güzel planlar vardı oysa.
Bugün doktora gittik ve Elif'in bulaşıcı bir hastalığın başlangıç evresinde olduğunu duyduk.
Aman ne güzel:)
Evet her şeyin başı sağlık.
Ama önce "anne" kişisi iyi olacak,lafını yeniden andım durdum.
Biliyorum bu da geçecek ama ben bu sefer kendimi ihmal etmeden çözüm bulmaya çalışıyorum.
İnterneti tamamen farklı bir sebep için 5 dakikalığına açmışken kendimi bu satırları yazarken buldum.
Sanırım yetişemediğimi kendime itiraf etmekte zorlandım.
Ama bunu kabullenince de rahatladım.
Sağlığımı çok ihmal ettiğim için -eğer bir mani çıkmazsa- haftaya gitmem gereken tüm doktor kontrollerine gitmeyi planlıyorum.(Başta da hematoloji ve diş doktoru var) Buraya yazayım da kaytarmayayım artık.
Okumak istediğim kitaplar konusuna bir "yavaşlama" getireceğim. "Koşarak" okurken yoruluyorum. Biraz daha "yürüyerek" okumaya ihtiyacım var. Bu arada niye oturarak okumuyorsam? Bilmiyorum...
tabii ki vaktim az, bu yazı da bu kadarlık olsun.
Yeniden görüşmek üzere sevgili blog, iyi ki varsın.

Görsel eskilerden. Maksat, umudumuz hep olsun diye. Yoksa evde ceketli halimle bile tir tir titrediğimden falan değil :)
Devamını oku »

27 Ekim 2015 Salı

Günün Mutluluk Sebebi: 13 / Arkadaşlık

Aklımdaki "mutluluk sebepleri"mi yazıp kendimi daha da mutlu hissetmeye şu an çok ihtiyacım var. Bir acayip sümüklüyüm ve kafam kazan gibi..Hani nasıl desem kafamın içinde filler halay çekiyor :)
Geçen hafta çok acayip bir şey oldu ve her gün bir arkadaşımla buluştum. Hatta birkaç gün hem öğlen hem de iş çıkışında görüştüm. Fark ettim ki arkadaşlık sahiden de güzel bir şükür sebebi. Önceki yıllarda biraz daha yalnız ya da erkeklerle takılıyordum. Yalnız takılmak işin aslı hala en sevdiğim şey :) Çünkü yalnız hissetmiyorum, kitaplardaki karakterler sağ olsun hep yanı başımda. (Bu ara çok abartmışım, aynı anda okuduğum kitap sayısı 5i geçti ve karakterler kafamda birbirine değmeden yürüyemiyorlar :) İş yerindeki yeni birimimde yine erkek sayısı daha fazla, mesela bizim kattaki tek kadın benim :) Ama başka bir kattan arkadaşım oldu, bazı günler onunla yemeğe gidiyoruz, keyifli oluyor. Geçen hafta ise 5 günde 8 kişi ile buluşmuşum, yaşasın :) Bir tanesi Rus idi hatta. İş yerinden bir arkadaşımın eşi, birkaç hafta sonra doğum yapacak. Ona sürpriz bir buluşma ayarladık başka bir arkadaş ile. Kendisinin sade ve mütevazi tavırlarına gerçekten hayranım. Giydiği tüm kıyafetleri kendisi dikiyor(gelinlik dahil), tüketen değil de üreten biri. Ona sorduk "Doğum hakkında ne düşünüyorsun? Normal doğum mu istiyorsun sezaryen mi?" diye. Bizce mantıklı bir soruydu ama bize şaşkınlıkla baktı, "Bir şey istemem mi gerekiyor, doğum anı gelir, hastaneye giderim ve doğururum" dedi. Sanırım benim onca zaman "normal doğum" takıntım, kitaplarla odaklanmam, yaptığım yürüyüşler falan bu cümleyle beraber bir balona binip uçup gitti. Kız çok haklıydı..Bizim sorumuz ne kadar saçmaydı, daha iyi anladım (k).
İki kuzenimle de buluştum. İkisi de kıvırcık ve ikisinin de sohbetini seviyorum. Biriyle piknik yaptık, ötekiyle de hayaller kurduk :)
Yağmurlu bir günde de ismi "Yağmur" olan bir arkadaşımla buluştum. Sanırım zaman olsa akşama kadar konuşabilirdim. Ortaya söylediğimiz keki yememiş olması ve kekin hepsinin bana kalmış olması da acayip bir mutluluk sebebiydi :)
Akşam buluşmalarında ise bir adet 3 çocuklu Selcen ile yanına çırak olarak başlayacağım Elif vardı. Selcen'in 3 çocuklu dünyası beni bayağı rahatlattı. Sıkıntı tek çocuklu hayattaymış onu gördüm. Tek çocuğa odaklanıyorsun çünkü. İki tane ablası ortada bale, egzersiz yaparken en küçük 14 aylık Mehmet Efe "hayatta kalma" dersini alıyordu. Birkaç defa ortadan kaybolduğunda ya da minderden balıklama yere atladığında da kimse panik olmadı. İki çocuklu hayat hakkında bir fikrim yok ama 3 çocuklu hayatın neşesi çoktu, yani o ortamda sıkılmak mümkün değildi :)
Bundan sonra daha çok "pratik tarif" yazabilirim buraya, hepsi de Elifin sayesinde, ondan not ettiğim tarifleri deneyip bloga yazmayı düşünüyorum. Maksat unutmayalım :) Bir de şöyle bir şey oldu, bebeleri babalarına satıp (ki döndüğümüzde ev benim beklediğimden iyiydi) eve 300 metre mesafedeki bir kafeye gittik. Oradayken bir hesap yaptım ve en son bir arkadaşımla ne zaman akşam dışarı çıktım ben diye. Matematiğime güvenmiyorum ama sanırım bu olay en son 4 sene önce kardeşim Eda ile yaşanmış. Vay be :) Bir 4 sene daha beklemem umarım...

Yaptığımız, yediğimiz, konuştuğumuz her şey bir tarafa insanın kendi hayallerini paylaşabileceği ya da sansürsüz bir şekilde kendinden bahsedebileceği arkadaşlarının/kuzenlerinin olması çok güzel-miş.
Bu satırlara geldiğimde kafamdaki filler de Trabzon yöresinden çıkıp Malatya havasına geçtiler, belki yazı biterken düğünün sonuna bile gelirler :)
Yüz yüze görüşemediğimize hala inanamadığım ama bazı cümlelerinden beni benden daha iyi tanıdığına şahit olduğum birkaç arkadaşıma ise sevgilerimi göndereyim. Demek ki önemli olan fiziksel sınırlar değilmiş.
Geçen hafta tüm bu güzellikler için çokça şükrettim.
Bu hafta ise "arkadaşım" diyemeyeceğim ama benim için çok özel biriyle buluşacağım(inşallah) Onu da bir sonraki sefere yazarım. Yanında "this is zemin"den öte konuşmayı becerebilirsem diyaloglarımızı da yazarım ama yanında "gaklayıp miyavlayabileceğim" biri olduğunun ipucunu verebilirim :)
Arkadaşlık konusunda daha önce de yazmıştım, öyle görünüyor ki yazmaya devam edeceğim.
Bir de bu ara yeni yıl coşkusu kapladı içimi, geçen seneler gibi yeni yıl kartlarımı kendim hazırlayacağım. Evdeki malzemelere baktım, emin olamadım. Evin yanındaki kırtasiyeye uğradık dün, çok güzel şeyler aldım. Kırtasiyeci amcaya bir sonraki sefere ortak olalım mı demeyi düşünüyorum. Para almayayım ben gelip çalışayım burada, ne dersin diyeceğim. Bir de aynı yerden Elif'e minik bir vileda aldık. Çok acayip seviyor bu temizlik işlerini. Janjanlı mağazalarda neredeyse 5 katı fiyatına satılan viledayı oldukça uygun fiyatlı görünce de ben çok sevindim.
*Bu arada filler de molaya geçti :)
Bu yazıyı hangi arkadaşlarım okur, bilemiyorum tabii ama umarım yine sıklıkla görüşüp muhabbet ederiz. Bana gerçekten iyi geliyor bu buluşmalar, ufkumu açıyor, hayallerime bir adım daha yaklaştırıyor sanki...
Devamını oku »

26 Ekim 2015 Pazartesi

Az Malzemeli Çok Pratik Aşure :)

Geçen seneki "aşure çorbası" macerasından sonra bu sene açıkçası yapmaya hiç niyetim yoktu. Ben yine Esen'in ve annemin gazına geldim. Annem kolay kolay "sen yaparsın" demez :)
Instagramda paylaştığım fotoğrafın altına "sen aştın kendini" yazan arkadaşlara da buradan selam vermiş olayım. Benim yaptığım aşure sahiden oldukça pratik. Pilav yapmayı başaralı son birkaç ay olduğu göz önüne bulundurulursa bence ben de aştım kendimi.
İşin aslı bu seneki aşure ile olan en güzel şey, kendime olan güvenimin artmış olması oldu. Bir de aşureyi yaptıktan sonra hissettiklerim. Onları en sona yazayım, önce "az malzemeli çok pratik" aşureyi yazayım.
Malzemeler:
1 su bardağı aşurelik buğday
yarım su bardağı kuru fasülye
yarım su bardağı nohut
1 adet limonun kabuğu
2 paket vanilya
1 yemek kaşığı bal
2 su bardağı şeker (ben 1.70 gibi koydum)
üzeri için: tarçın ve fındık (isteğe bağlı)
Yapılışı:
1 gece önceden buğday, fasülye ve nohutu sıcak suya koydum, ertesi gün onları biraz kabarmış buldum :)
Evdeki en büyük tencereye buğdayı koydum ve üzerine sıcak suyu ekleyerek altını açtım. (saat: 09.45)
Buğday kendi halinde pişerken kuru fasülye ve nohutu ayrı ayrı düdüklüde (sırasıyla 20 dak. ve 30 dak.) pişirdim.
*Püf noktası, buğday devamlı su çektiği için su ısıtıcısında devamlı sıcak su bulundurdum.
Yaklaşık değil, tam 3 saat sonra buğday iyice kendini açmıştı, ben de yalnız kalmasın diye yanına kurufasülye ve nohutu koydum.
Bir yarım saat de öyle kaynattım, böylece iyice kaynaştılar. (kaç taşım kaynattım bilmiyorum tabii :)
Bu karışıma limon kabuğunun rendesini, balı ve 2 paket vanilyayı ekledim. Tadına baktım, bence güzeldi ama yine de 1.70lik şekeri de ekledim.
Yarım saat de böylece geçti.
4 saatin sonunda küçük bir kaseye aşureden koydum ve acaba donacak mı diye "fındık testi" uyguladım.
*Fındık testi: Aşurenin üzeri donarsa fındıklar dibe düşmüyor, donmamışsa (demek ki kıvam olmamış) fındıklar dibe düşüyor. (bu yöntem benim uydurduğum bir şey)
Fındık testinden başarıyla geçen aşureleri kaselere boşalttım.
Üzeri donduğunda biraz tarçın ve fındıkla süsledim.
Afiyetle yedim(k)

Mutfak Sırları adresinde de oldukça pratik görünen bir tarif var, biz yumuşak malzemeleri aşurede sevmediğimizden bizimki az malzemeli oldu :)
Normalde hangi tatlı olursa olsun çok ön yargılı yaklaşırım: "ben yapamam" ve "vaktim yok" diye. Aşure neden bilmiyorum, bana mutluluk veriyor.
Gözümde büyüttüğüm kadar bir zorluk derecesi de yok.
Sabah oldukça hasta uyandım ve canım hiç yapmak istemedi işin aslı, lakin yaparken daha iyiydim. Bitirdikten sonra da sanki evimizde güneş açtı, kendimi süper hissettim. Komşulara da dağıttım(hepsine değil maalesef). Az malzemeli olunca biraz çekindim vermek için ama önemli olan niyet değil mi ki :)
Unutmasaydım nar da güzel olurdu aslında, ne diyeyim o da başka sefere...


Devamını oku »

21 Ekim 2015 Çarşamba

Küçük Hanım

Birinin tavsiyesi ile bir kitabı alıp okumuş ve beğenmişsem mutlu oluyorum. Bazı güzel kitapları kendim keşfettiğim zaman ise çok acayip mutlu oluyorum. Arada biraz fark var yani benim açımdan. Çünkü hızlı bir devirde yaşıyoruz ve ne yaparsak yapalım kitapçıda görmesek bile sosyal medyada ya da bir tanıtım broşüründe kitapların kapağına illa ki rastlıyoruz. Bende bu şekilde olup yüzü eskiyen ama aslında hiç okumadığım kitaplar var. "Okumuş kadar oldum" bu demek herhalde :)
Son dönemlerde ise ne yazık ki kitapçılardan alış veriş yapamıyorum. Bu durum için üzülüyor olsam da maddiyat olarak bunu karşılayamıyorum çünkü internetten aldığımda en az 1 kitabı ücretsiz almış gibi hissediyorum. Ama bazen de kitapçıda gezerken "hiç kaçırmamam gereken", "o an okumam gereken" bir kitap varsa onu mutlaka alıyorum. Hatta yanımda o kitabı çalmaya gelen biri varmışçasına kitaba sarılarak kasaya gidiyorum sanırım, sonradan fark ettim :)
İki hafta sonu önceydi galiba, eve yakın minnak bir kitapçı var (eve yakın dediysem 7 km falan :) orayı gezmeyi seviyorum çünkü fazla satışı olmadığından kıyıda köşede kalmış kitaplar oluyor, ben de onları karıştırıyorum. İşte o karıştırma sırasında bir kitaba rastladım. İletişim Yayınlarının olunca hemen durdum çünkü benim için bu kırmızı alarm demek oluyor. İletişimden okuyup da sevmediğim kitap hatırlamıyorum :) İsmi güzel, kapak güzel, ilk paragraf şahane derken kitaba şöyle bir baktım. Ve ne göreyim? Kitap resimli. Amanın tadından yenmez ki şimdi bu! "Okul Çağı" dönemi kitaplar içinde bulunabilecek en güzel şey resimli olması bence. Koştum yine kasaya ve hemen aldım kitabı. O gün okumaya başladım ve ertesi gün de bitirmiştim zaten. Bazen büyük çelişkiler yaşıyorum kitap okurken "okumalıyım çok merak ediyorum" ile "okumamalıyım, bitti bitecek" arasında kalıyorum. (Manolito'yu ısrarla bitirmedim bu yüzden ehehe) Şu ara okuduğum Gizli Bahçe kitabı da öyle. Neyse konuyu değiştirmeyeyim. Bu kadar girişten sonra kitaptan bahsedebilirim sanırım :)


Kitapta pek tatlı bir kız var, ismi Lilly. Dediğim gibi çizimleri de olduğundan zihnimde canlandırmak çok daha keyifli oldu bu hikayeyi. Lilly'nin ailesi kapısında altın bir çörek olan yeni bir apartmana taşınırlar. Ve orada Lilly Küçük Hanım ile tanışır.
"Arka avluda oturuyor. Boyu yetişkin bir penguen kadar, hava nasıl olursa olsun safari kıyafetini giyer ve şemsiyesi sayesinde istediği zaman bukalemun gibi renk değiştirebilir. Bukalemun gibi renk değiştirmek mi?"
Bundan sonraki kısmı yazmayayım ama Lilly ve Küçük Hanım'ın başından geçen tatlı bir hikaye olduğunu söyleyebilirim. Bir ara ben de bukalemun gibi renk değiştirebilir miyim diye çok düşündüm ama yapamadım sanırım, Elif "anne" diye ebeledi beni :)
Bahçenin en güzel yerine "çocukların girmesi yasaktır" yazan Leberwurst (ciğer sucuğu) isimli apartman görevlisini gerçek hayatta tanımadığıma çok sevindim. Yoksa kesin kavga ederdik. (ya da ben en fazla: pardon bakar mısınız, lütfen o yazıyı kaldırır mısınız, derdim. O da "yooo" derdi. ben de ona bir şey diyemeden çok kızardım içimden, gözlerimden kocaman alevler çıkardı falan :) Zihnimde bile canlandırdığıma göre bu ciğer sucuğu amca beni bayağı etkilemiş olmalı.
"Adam uzun boylu ve zayıftı, ama en kötü yanı, içinden süpürgesininkiler gibi siyah kılların çıktığı devasa burun delikleriydi."
Çizim yine sevimli hani :)
Kitapta Lilly'nin annesini de çok sevdim.
"Koşarak mutfağa girdi, annesi masanın başında durmuş, hamur yoğuruyordu. Mikserle değil, elleriyle. Hamur parmaklarının arasından fışkırıyordu. Ellerine, saçlarına ve burnuna yapışıyordu. Çünkü annesi hamur yoğurduğunda, bunu bütün kalbiyle yapardı."

paragrafın yanındaki "mmmm" ağzımın sulandığının ifadesi :)
Ben de istiyorum Küçük Hanım ve Lilly ile cengelde salafariye çıkmak ve tofoğraf çekmek. Ben de ben de :) Sanırım bu hikayede en çok kıskandığım yer de 8 yaşındaki Lilly'nin böyle tatlı bir arkadaşı olması ve onunla yaşadığı macera. Bu ara hep bahçeli kitaplara denk geldim, çok mutluyum. Laf yine "Gizli Bahçe"ye gitti bu arada :)
Lüçük Hanım'ı okurken şemsiyesinden mi yoksa içinde tatlı sihirli şeyler geçtiğinden mi bilmiyorum aklıma Mary Poppins geldi. 
Kısacık, keyifli, hani pasta olacak olsa tek lokmalık çifte kavrulmuş kıvamında, bukalemunlu, çörekli neşeli bir hikaye oldu benim için Küçük Hanım.
Çizimleri ise inanılmaz güzeldi, dönüp dönüp baktım diyebilirim.

Resim yazısı ekle

Bu hikayeyi okuduktan sonra şunları düşündüm/sordum kendime:
- Yazar acaba bir zamanlar Küçük Hanımla tanışmış mıydı?
- Bukalemun Chaka oldukça tatlı değil miydi?
- Lilly'nin yerinde ben olsam ne yapardım, bu sırrımı aileme söyler miydim?
-Kitabı daha da çekici kılan şey yoksa çizimlerinin başarısı mı?
- Küçük Hanım karakteri yazarın aklına nereden geldi?
- Ben de böyle renk değiştirmek ister miydim istediğim zaman? (Kesinlikle evet!)
- Yakın zamanda yine böyle tatlı bir kitap keşfedebilecek miyim? (işte bu çok önemli...)
* İletişim yayınlarına ayrıca sadece 1 sayfada imla hatası yaptıkları için teşekkür ediyorum, son zamanlarda okuduğum kitaplar bu açıdan beni zorluyor...
** Kitabı kendim keşfettim gibi yazmışım ama internette şöyle bir bakınca aslında BDK'da Yıldıray'ın Küçük Hanımdan bahsettiğini okudum, belki de bilinç altı böyle bir şeydir :)

Küçük Hanım
Özgün Adı: Die Kleine Dame
Yazan: Stefanie Taschinski
Resimleyen: Nina Duleck
Çeviren: Ayça Sabuncuoğlu
Yaş grubu: 8+
İletişim Yayınları, 2013, 116 sayfa, karton kapak

Devamını oku »