Drop Down MenusCSS Drop Down MenuPure CSS Dropdown Menu




7 Kasım 2017 Salı

Papatya Falı ve Yeni Sonbahar!

Canım blog, hep aklımdasın ve unutmayayım diye pek güzel notlar alıyorum senin için.
Çünkü buraya yazmayı GERÇEKTEN çok seviyorum, minik bir yuva bana sanki :)
nerede kalmıştık?
O kadar çok şey oldu ki, her birini ayrı başlıkta yazacağım ama özetle son 2 haftada taşındık, elifin kreşi değişti ve ben çok şükür doktorumu 31. haftada buldum!
Papatya Falında "seviyor, sevmiyor." diyoruz ya hani; iş yerindeki durumumuz da tam bu duruma dönmüştü; "Oldu, Olmadı!" derken ve tam "Oldu!" aşamasındayken son gün ve son dakikada "Olmadı!" Üzüldüm mü? Evet. Ama olmamasından ziyade süreçte yaşadıklarımıza, umutlarımıza üzüldüm sanırım. En çok sevindiğim taraf, insanları tanımamıza epey katkısının olmuş olması oldu. (hamile kafası 3 "ol-mak" yan yana getirebilir :P ) Bu hayal kırıklığı ile biz ne yaptık? Taşındık! hem de çok kısa bir sürede hem de 7.5 aylık hamileyken! Bana da çok çılgın göründü ama öyle gelişti olaylar ve biz de akışa bıraktık diyelim.
yeni evimizden uzun uzun bahsederim artık yazılarımda çünkü çok sevdim. Ormanın içinde gibi yani her yerde adını hiç bilmediğim bir dolu ağaç var ve son baharda öyle güzeller ki!
Yeni evimiz öyle farklı imkanlar getirdi ki bize, her şeyin hayırlısı dediğimiz için iyi hissettik kendimizi.


32. hafta izniyle beraber evdeyim, daha sık görüşeceğiz canım blog!
Devamını oku »

11 Ekim 2017 Çarşamba

İnsanları Tanımak / Anlamak?

İş yerine geldim ve gözümden uyku akarken kaç gündür aklımda olan satırları yazmak istedim.Yazmasaydım içimde patlayacaktı durumu kısacası :) Kahvemi de söyledim, oh mis!
Bu başlık nereden çıktı onu özet geçeyim; iş yerinde eşimle ikimizin beklediği bir durum var ve onun bir türlü olmama hali var. (Buraya kadar her şey normal) Yalnız bu "olmama" hali de bir türlü kesinlik kazanmıyor yani olay bir "oluyor" sonra bir bakmışsın ki "olmuyor" hale geliyor. Bu gelgitler de haliyle bizi yıpratıyor. Her şeyin hayırlısı olsun demekten ve beklemekten başka yapacak bir şey yok... Diye düşünürken bu süreçte insanları biraz daha tanıdığımı fark ettim. Nasıl mı? Cevap alt satırlarda. Önce biraz kendimden bahsedeyim :)
Başkasını tanıyabilmek ve anlayabilmek için sanırım önce insan biraz da olsa kendini tanıyabilmeli, otomatik olarak yapılan davranışları neden yaptığını çözümlemek mesela veya kendine biraz dışarıdan bakabilmek, farkında olmak ve sonunda da (Tüten'i anayım burada) kendine özşefkat gösterebilmek. Eskiden yani blogda bahsettiğim gibi Tütenle çalışmadan önce olaylara-kişilere daha farklı yaklaşırdım, kendimi de başka bir yere koyardım (bazen iyi bazen kötü) ama şimdi biraz daha hırpalamadan ve objektij yorumlar yapmaya başladım, bu da insana kendini başlı başına iyi hissettiriyor-muş :) Bir de sosyal psikolojide başladığım yüksek lisansımı bitirseydim tutmayın beni derdim ahahaha. Ama yok, bu işin okumayla o kadar da ilintili olmadığını kanıtlayan örnekler varken oraya hiç girmeyeyim.
Gelelim insanları tanımak kısmına...
Hani derler ya birini tanımak için onunla tatile gideceksin veya yemek yiyeceksin diye. Belki eskiden böyleymiş ama şimdilerde (hele ki işyerinde) bir insanı tanımak için farklı şeyler gerekiyor. Mesela çıkarlarının çatışması veya aynı projede çalışmak...Bizim şu anki durumumuzda ise bahsettiğim "olma/olmama" halinin zaten duyulması üzerine yapılan yorumlardan ve insanlardan bir şey istediğinizde verdikleri cevaplardan öyle kendini belli ediyor ki.
Bu sürecin bana /bize en büyük katkısı o yüzden insanları tanımak oldu diyebilirim. Öncesinde 2.5 yıl kadar aynı odayı paylaştığım birinin bir şey sorduğumda cevap olarak "Aa arkadaşım beni bekliyor, hadi görüşürüz." dediğine de tanık oldum, "Bir şeye ihtiyacın olduğunda bana söylemezsen darılırım" diyen birine yine bir şey sorduğumda "el elin eşeğini türkü söyleyerek ararmış" misali ilgilendiğine de şahit oldum. Bazılarında gerçekten hayal kırıklığı yaşadım bazılarına şaşırmadım ama çok şükür ki olayları ve yaşadıklarımızı içselleştirmedim. Sadece insanları tanıdığımı fark ettim. Sadece sohbet ettiğin biri zaten hep "iyi"dir ve bu durum herhangi bir şeyi genellemez.
Diğer bir taraftan kendi adına üzülse bile senin sevineceğini bildiği için can-ı gönülden bizim için sevinenler de oldu. Ve çok alakasız olacak ama geçen gün canım çekti diye bir şoför abi koşarak nar aldı, ayıkladı ve getirdi bana. Bu açıdan bakınca hayat "denge"sini kuruyor.
Pema Chödrön'un kitabında sıklıkla aklıma gelen ifade zaten, "iyi" veya "kötü" diye bir şeyin olmamasıydı. Yani yaşanan şey sadece "olan", ona etiketi biz takıyoruz. Kişi bazında düşünecek olursak da "bana kötülük yaptı" diyemiyorum. Olan'ı olduğu haliyle izlemeye çalışıyorum. Bunu yapmak, o kadar kolay değil. Çünkü yılların alışkanlığı var. Son aylarda bu sebeple hamilelik süreci haricinde bu gelgitle de uğraştığımızdan olsa gerek kendimi biraz zihin yorgunu hissediyorum. Neyse ki beni sadece "olduğu haliyle" dinleyecek tatlı arkadaşlarım var ve sıklıkla bana uzaktan da olsa sarıldığını hissettiğim insanlar. Bu enerji öyle güzel toparlama yaşatıyor ki insana.
Normalde, yaşadığım olaylara tepkim daha çok "Allaha havale etmek" şeklinde olsa da geçen gün ilk defa bir olay sonrasında "Hakkımı helal etmiyorum." dedim. Nasıl canım yanmışsa... Bir taraftan üzgün hissediyorum ve dolu dolu ağlamak istiyorum; diğer tarafta ailem ve şu an en çok karnımdaki tatlı bebiş için kendimi toparlamaya çalışıyorum. O ara hissettiklerimin tarifini yapmam zor. Ama bunu da yaşamak gerekiyor aslında değil mi? Yani hayat, tüm bu AN'ların toplamından oluşmuyor mu? "Shenpa'dan kaçmak istiyoruz" bu ifadeyi de çok seviyorum, kitaptan aklımda kalanları bir toparlasam iyi olacak sanırım :)


Birkaç gündür aklımda olanlar ile buraya yazdıklarım biraz farklı oldu. Yazı dili gerçekten bambaşka. Ben de yazarken kendimi tanıyor ve zihnimi temize çekiyorum :)
Kısacası, olan bitene bir etiket yapıştırmazsak ve girdaba kapılıp gitmezsek; hayat sadece olduğu haliyle ve belki de sadece olması gerektiği gibi AKIYOR. İçindeki balıkları görmek ve onlara gülümsemek de bize kalıyor.
Kendimizi ve insanları tanımak da bir SÜREÇ; tek bir doğru da yok. Resmin bütünü sanırım daha çok şey anlatıyor...
Bunları unutursam arada bana hatırlatın olur mu :)
Devamını oku »

27 Eylül 2017 Çarşamba

Sürpriz Yumurta Günlüğü: Şeker Değil Bi kere O; Patatesli Kruvasan!

"Çocukları kıyaslamayın" lafı bir kere en başta yalan ve içi boş bir cümle, ben hamileliklerimi kıyaslayarak başladım hatta bununla ilgili bir yazı bile hazırladım da daha yayınlamadım.
Yani ikisi de bambaşka gidiyor hamileliklerimin ve ister istemez "Ama Elifte şöyleydi..." derken buluyorum kendimi.
Bilen bilir tatlı zaafım pek yoktur, çikolata şelaleleri pek bir şey ifade etmez benim için çünkü en temelde tatlı yediğimde migren tetikleniyor bilinçaltım var. Elife hamileyken de gerçekten sadece 1 kere canım profiterol çekmişti de onu da Adanadaki Pasta Bahçesi pastanesinden kargo ile göndermişti kuzenim :) Onun haricinde elma, hurma vb şeyler yesem kesilirim zaten.
Ta ki...
Bu hamileliğin belirli bir haftasından sonraya kadar.
İlk başlar yine tuzlu ve özellikle de ekşi ile geçen günlerim son aylarda aşırı tatlı krizleri ile dolmaya başladı.
Aslında tüm suç normalde hiç sevmediğim kruvasanı pek güzel yapan Grano'nun.
Bu yazıyı okursanız bilin ki yüzünüze söyleyemedim ama gebelik şekerimin üst sınırda çıkmasının tek suçlusu sizsiniz! Kavanozlarda cheescakeler neden gözüme sokuluyor acaba (yalan, dolapta köşede öylece durur) Yok illa kruvasan yiyin demeler! (yalan, ben gitmeden biterse diye telefonda ayırın geliyorum demişliğim var ahahaha) Neyse benim değer çıktı mı sana 139. Doktor da diyestisyene yönlendirdi. Yurdum teyzesi çok tatlı biri çıktı, "korkma kızım, 140 ve üzeri için endişeleniriz biz." dedi.
"İyi de benim 139 zaten." dedim ama "Rahat ol önce sen." diye psikolog havasında yaklaştı, iyi ben de yayıldım koltuğa.
Çeşitli sorularla beslenme şeklimi öğreniyor. Diyaloglarımız bomba:
- Kahvaltıda ne içersin? Süt mü?
- Yoo kefir.
- Kahvaltıda içebiliyor musun?
- Yasak değilse günde 2 bardak içesim var.
- İlk defa kahvaltıda kefir içebilen birini duydum, hayret...

- Patatesle aran nasıl? (Zaten çok iyi de doktorun şaşırtmacalı sorduğunu anlamamış bir garibanım)
- Çok iyi neredeyse her gün mutlaka yerim, acayip severim, faydalı zaten değil mi?
- (Teyze gözlüğünü burnuna şöyle bir indirerek) Patates sana yasaklar listesinde ilk 3te!
- Nasıl? Ama ben çok severim. Zaten kızartma yapmıyorum, hep fırında valla (bu da doğru)
- İstersen buharda pişir, fark etmez. İçinde bolca nişasta var. Yememen gerek.

- Ekmekle aran nasıl?
- Neredeyse hiç yok. (Kendiyle gurur duyan bir ses)
- Ekmek yemeyip pilav, makarna, patates mi yiyorsun?
- (Duraksama bende) Ama makarnayı çok severim...
- Onları kes, tam buğday ekmek yemen daha doğru.
-Hadi patatesi kestim makarnayı nasıl keseyim valla çok seviyorum. (Ben bu "valla"larla pazarlık yapıyorum, teyze yemiyor)
- Kızım bu listeye uyman senin ve bebeğin sağlığı için önemli.
- (küsmüş bir edayla) iyi, tamam...

- Ceviz, fındık yer misin?
- Çok severim. Sabahları 8-9 tane çiğ kaju yerim. Gün boyu ceviz yerim heralde 1 avuç yapıyordur. Arada da fındık yerim.
- (Kadın cidden şok) Sadece 2 ceviz ve 5 fındık yiyebilirsin.
- Ama o çok az, kime yeter ki?
- Yeter yeter sen merak etme

- İlk çocuk sanırım. (cevabı beklemeden devam ediyor) Bilmeden beslenmen normal...
- Yok ikinci.
- İlki küçük herhalde.
- Küçüklük göreceli tabii 3.5 yaşında :)
- Ama senin yaşın çok küçük, çok mu erken evlendin?
- Küçük? 32yim ben.
- (teyze hanfendilik adabından çıkar) Yok artık! 25 bile durmuyorsun sen.
- (Sırıtarak) Genetik mirasım sağolsun, bizim ailede herkes öyle :)

- Bu listeye uymak zor değil. Nasılsa evdesin, hazırlarsın.
- Ben çalışıyorum ama.
- Nerdeee? (Bak yine şaşırdı, 32 yaşıma inanamaması geçmeden benden 2. golü de yedi)


Dün sevgili yemekhanemiz bana inat, erişte patates yemeği ve baklava çıkarmıştı. Erişte ve baklavayı yemedim ama kıymalı patatesi yedim ne yapayım yani aç mı kalayım.
Bugün de sebzeli güveç vardı ve benim güveçte kocaman patatesler çıkmasın mı? Onları yememek için verdiğim mücadele takdire şayandı. Arada çatalıma gelenleri de kovalamadım yani yazık günah :)

Diyestisyen teyzeyi şaşırtarak odadan çıktığımda karabalık beni bekliyordu. Hastaneye sonucu almaya giderken "Yüksek çıkmazsa Granoda kruvasanla bunu kutlarız." demiştim. (Yok akıllanma yok bende) "Ee gidiyor muyuz Granoya?" diye dalga geçmesin mi? Gözümden şimşekler çakarak baktım ve "Sebzesi taze olan markete götür beni, zaten kan şekerim düştü şurda deli etme beni." dedim :)

10 gün sonra açlık ve tokluk kan şekerime bakılacak. Muhtemelen benim gereksiz pis boğazlığım kesilince her şey yoluna girecek gibi geliyor bana.

Hem şeker değil o bi kere; patatesli kruvasan ahahaha :P (Olsa da yesem :)


Tamam konuyu uzatmayayım diyorum ama bir de Filika Pastanesinin Ekler pastası var. Bak yazarken bile Ekler'i "özel isim" kategorisinde görüp yazmışım. Düşünün halimi, yazık ya bana.
Ben hiç böyle değildim, özüme dönmek istiyorum, hurma yiyip kesildiğim günlere ehehehe :P
Devamını oku »

Sürpriz Yumurta Günlüğü : Elif'e Söyledik!

Baktık ki biz söylemesek etraftan duyması an meselesi olacak...
Biz de dün akşam (geçen hafta) Elife sürpriz yaptık ve ta daa "Elif senin bir kardeşin olacak!" dedik :) O ilk an'ın videosunu çekebildiğimiz için kendimizi tebrik ediyorum ama ne yazık ki kardeşinin erkek olacağını duyduğu an'ın videosu yok :( O hayal kırıklığını anlatamam, yaşanır :)
Elifin kardeş tepkisi ilk 10 saniye duraksamak, şaşırmak, olayı anlamaya çalışmak, ayağını sinirle hareket ettirmek ve sonra "Getirdiniz mi peki kardeşimi eve?" diye tepki vermek oldu. Sonraki günler her 5 dakikada bir "Ne zaman gelecek?" sorusu. Buna cevap olarak "kar yağınca"demedik, "yeni yılda" dedik. Ne kadarını anladı bilmiyorum ama geçen 1 haftada kardeşin karnında büyümesi gerektiğini idrak etti. Şimdi beni besliyor kardeşi de yesin diye :)
"Ağlarsa içerde ne yapacağız?" gibi komik sorulardan sonra dün ben arabadan inerken "Kardeşim de mi seninle işe geliyor?" dedi, ahahahaha valla çok güldüm.
gelip gidip kardeşimi çok seviyorum diyerek ona sarılması ve onu öpmesi açık söyleyeyim bana biraz "gerçekçi" gelmiyor. Bilmediği bir şeye verdiği tutum/tepki olarak yorumluyorum.
Bundan sonrasını bizim ayarlamamız gerekiyor gibi hissediyorum.
"O daha küçük, bak sen abla oldun." ifadesini kullanmamak bunların başında geliyor :)
geçen hafta Kardeş Rekabeti kitabını okuyunca da bir aydınlanma geldi. Bebek doğmadan okumam iyi oldu.
Elife kardeş haberini verirken ona sürpriz bir pasta ve hediye almıştık. Bu ara inanılmaz şekilde araba, kepçe, helikopter seviyor. Biz de öyle bir set aldık, tırı yoktu mesela bayıldı.

Ara ara söylediği /sorduğu cümleleri yazayım buraya, hatıra kalsın:
En bombası "Ben kardeşimi uyuturken siz ses yapmayın." demesiydi heralde. "Sen hele bi kendin uyudu da" diye başlamamak için kendimi o an zor tuttum zaten.
Diğer bomba "Neden erkek aldınız?" sorusuydu. İlk başta afalladım ama arkadaşlarımın "Soru sorduğunda sen de soru ile cevap ver" taktiği geldi aklıma; "Sen neden kız oldun?" deyiverdim. Bu soru-cevap onu tatmin etmiş olmalı ki birkaç seferin sonunda bu soru kesildi.
Bir diğer "Peki neden kardeşim olacak?" sorusuna gerçekten boş gözlerle cevap verdim. Yani anlatsaam uzun olacak, baktım ki bu sorunun cevabı bende de yok en ilginci :)

Çok şükür 26. haftaya geldik, Elif kardeş haberini öğrendi.
Darısı sağlıkla kavuşmalara olsun :)
Devamını oku »

9 Eylül 2017 Cumartesi

Sürpriz Yumurta Günlüğü : Gönlündeki Doktoru Bulmak?

Sahiden var mı acaba böyle bir şey?
 Benim için doktorumla kuracağım bağ gerçekten önemli. Bilgisine güvenmem yeterli değil; bana gözleriyle de hitap etmeli. Daha önce de yazmışım meğerse.
Gözler demişken Annemin Kelimeleri kitabını yazmıştım geçen hafta LÇK'ye, orada agorafobisi olan komşu Dette Heidi'ye insanları tanımak için öğüt veriyordu ve sonunda uygulamalı çalışıyorlardı. "Gözleri nasıl bakıyor ve sana nasıl hissettiriyor?" diye. Ne kadar alakasız iki konuyu nasıl birleştirdim yahu, neyse dağıtmayalım, konuya dönelim.
(Unutmadan geçen gün Grano'da kırmızılı ablayı gördüm, bu sefer mavi giymişti, yanımda biri olmasa belki konuşurdum, ne diyeceksem: "Merhaba siz bundan 1 yıl önce kırmızı kazak giyip yanıma oturan ve beni meraktan çatlatan kişisiniz, e nasılsınız görüşmeyeli?" ahahahaha)
Elifte yaklaşık 25 hafta aynı doktora gitmiştik, Ankara piyasası için soyadı vermeme gerek yok, Cihangir demem yeterli. Seviyordum adamı ve bana güven veriyordu ama son görüşmelerde öyle kıllandırmıştı ki beni... "Epiduralsiz normal doğum istiyorum, bu sürede hastanede olma imkanınız var mı?" diyorum, "Bak seni prenses doğuma alalım epiduralli rahat edersin." diyor. Baktım ki aynı dili konuşmuyoruz. Ben o ara İçgüdüsel Doğum okuyorum, Hypnobirthing araştırıyorum, amca bana "prenses" diyor; "Sensin prenses" deyip çıkacaktım da yapmadım. Bir de doğum ücretlerini öğrenince dudağıma bir uçuk yerleşmesin mi? Tamam abarttım ama onların abarttığı kadar değil. Neyse 25 haftadan sonra gittiğim doktorlar zaten "E Cihangir Beyden niye ayrıldınız ki? Hayret yani!" modunda. Tek söylediğim şu: "Her şey yolunda giderse normal doğum istiyorum." Verilen tepkilere göre kendime rota çizdim. Hypnobirthingi Ankarada tek yapan Sebahat Hanımı oldukça kötü bir özel hastanede buldum ama ne yalan söyliyeyim ben orada çişimi bile yapmazdım, hypno'su size kalsın deyip kaçtım. Sonra karşıma tatlı Ebru doktor çıktı, Ankara piyasası için bilindik biri değil, orta halli bir özel hastanede çalışıyor ve ben daha sormadan bana her seferinde uzun vakitler ayırıp detaylıca her şeyi anlatıyor. "5 dakkada Beşiktaş" seferleri yapan doktorlar gibi değil. Zaten gelmişim 32.haftaya, hani "Kaldım gitti" dedim ve 40+4'e kadar onunlaydım. Daha en başta normal doğum pazarlığı yaptığım için 39dan sonra beni hiç zorlamadı, gün aşırı nst'lere girdim ve bana sadece bir kere "Fikrinde değişme var mı?" dedi. "Yok dedim, bebek iyiyse 42'yi zorlarım." Çok tecrübeli bir doktor değildi ama nazikçe en fazla 41'in sonunu bekleyebileceğini, daha fazlasının risk olacağını anlattı. Doğum hikayemi baştan yazmayayım, merak eden buradan okuyabilir, 40+4te sabah uyandığımda Elifin hareketsizliğinden bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştım. Doktorum orada bile ısrar etmedi, hareketsizlik iyiye işaret değil, kendin karar ver dedi. Elif kakasını yapması haricinde o kadar rahat ve tepemdeydi ki suni sancı alsam en az 12 saat kıvranırdım. O kadar çok doğum hikayesi okumuştum ki (çoğu pozitif olsa da) yolun sonundaki riskleri ve risk almanın sonuçlarını görebiliyordum. Çok çok zor bir karar olmuştu ama o an hissettiğim şeyi yaptım, 9.5 aylık normal doğum kanalizini bir kenara bıraktım (belki de takıntıydı) ve gönül rızasıyla sezaryene girdim çünkü bebeğin iri doğma ihtimali yüzde 90'dı. Neyse sonuçta doğru kararı vermiştim. Bebek iriydi ve kakasını yapmış ama yutmamıştı. Bu açıdan pozitif bir hikaye.
2. bebek haberinin şokunu yaklaşık 10-12. hafta gibi attıktan sonra aklımda SSVD vardı! Bak şimdi bu kız akıllanmıyor mu dersiniz ne dersiniz bilmiyorum :)
Ama dur tam bu araya bir parantez gerek. Elife hamileyken normal doğumu neredeyse her şartta yaptıran (öyle hikayeler duydum ki ağzım açık kaldı) bir doktorun yanına gitmeye niyetlendik ama inanılmaz yoğun bir devlet hastanesinde çalışıyordu ve görüşemedik. Aradan zaman geçti, ben kadınla tanışmak için (rutin smr vs) o ara çalıştığı hastaneye gittim. Kadına aşık olmayayım mı! O ara hamile olmadığıma yanmayayım mı! Bu kadar mı "insan" bir doktor olur. Adını da vereyim: Funda Fehime. Günün birinde tanışırsanız anlarsınız, böyle bir doktor yok. Yani o doktorsa diğer görüştüğümüz insanlar kim? Herkes ulaşabilsin diye oldukça düşük ücretli bir hastanede çalışıyor, bu bile müthiş gelmişti çünkü muayene açsa yine herkes koşarak giderdi. Neyse Çeşmeden ayrılacağımız sıra "Funda Hoca emekli oluyormuş." haberi çıktı. Çok önemsemedim, birincisi yakın zamanda gebelik düşünmüyordum (ahahahah, sanırım bunu düşünürken bile hamileydim) ikincisi Funda Hoca kesinlikle emekli olamazdı, mesleğine aşıktı... Neyse Çeşme dönüşü şokun katmerlisini yaşadım: Datçaya yerleşmiş ve evet kesin emekli olmuş! Vay ben nerelere gidem! Bu baya etkilemişti beni aslında çünkü doğum hikayemi anlatıp "Hocam siz olsanız ben normal doğum yapardım değil mi?" dediğimde (nasıl içimde kalmışsa artık) nazikçe "Yok kızım, bu şartlarda ben de seni sezaryene alırdım." dedi ki epiduralsiz harika normal doğumlar yaptırıyor, bizzat doğum yapanlardan biliyorum. Kapa parantez, unut Funda Hocayı.
O ara benim SSVD düşündüğümü duyan bir arkadaşım Ankarada Sebahat Hoca var dedi, bir de baktım bu Hypnobirthing Abla! Koşarak muayenesine gittim ama ilk cümlede yer alan "gözler"i hatırladınız mı? Konuşma sıcak, ortam ev ortamı ama...Ama beni/bizi rahatsız eden bir şey var. Samimi gelmiyor kesinlikle ve nitekim son randevuya (aslında 3 kere gitmiş olacaktık) gidemeyince bana whatsuptan yolladığı mesaj ile bendeki kırıntıları tamamen bitirdi.
Ankaraya zaten 16 hafta gibi gelmiştim, bazı yerler Başkent Hast. gibi o haftadan itibaren de almıyorlardı. İlk takip Çeşme Devlet Hastanesiydi, ikili tarama Adanada bir doktordaydı ve o şahane 3lü tarama inanılmaz kötü bir doktorda gerçekleşti. Adını vermeyi istiyorum ama hadi etik olmaz diye vermiyorum. Turuncu ve kıvırcık saçlı biri. Gitmeyin ona! :) (Sarı çizmeli Mehmet Ağa gibi oldu ama ne yapayım) Birkaç "çok iyi" doktoru maddiyattan dolayı eledim, doğum ücretleri 9-10binmiş! Bu nasıl bir soygun yahu?
Aylin isminde bir doktora gittim ve çalıştığı hastaneye rutin kan tahlilleri ve muayene ücretiyle 600 lira para bayıldım. Sonuç : 5 dakkada Beşiktaş doktoru çıktı! İçeride olduğumuz süre o kadar kısaydı ki ben çıktığımızda içeri niye girdiğimi hatırlamıyordum. Girmiş miydik yani şimdi? Bebek ne alemdeydi? Bilen varsa söylesindi... Arkamıza bakmadan çıktığımızda 600 liranın bu kadar taş gibi oturacağını bilemezdim. (Ben o paraya kaç kitap alırdım sen biliyor musun ablacım)
Sonra Hasan isminde bir doktora gittik, "çok iyi" denilenden. SSVD için "mümkün değil, hayatta olmaz, imkanı yok." dedi. Bulabileceği başka olumsuz ifade olsa onları da söylerdi eminim :) Ve sonra şunu dedi "Bu ayrıntılı ultrason erken yapılmış, burada yine yapılacak." Aradan gerçekten 7 gün bile geçmemiş, hani şunu dese daha inandırıcı bulacağım. "hastane politikası gereği dış tahlil ve tetkiklere güvenmiyoruz." Ve zaten hamileliğin başından beri yapacağım en doğru şeyi yapıp ayrıntılı ultrason için Eyüp Ekiciye gitmiştim. Sevmeyeni daha çok kendisinin ama şunu kabul edelim; amca bu işi biliyor. Yani onun sonucunun üzerine bir sonuç zaten komik ama bir de Hasan Amca olaya kasap gibi yaklaşınca ben yine doktorsuz kaldım mı!
Gönlüme ve aynı zamanda cebime uyan doktoru bulamadım kısacası ama bu zaman zarfında şuna odaklandım; SSVD'yi gerçekten istiyor muyum? Bunu hayat amacım yapacak enerjim var mı? veya normal doğumu neden bu kadar ısrarla istiyorum?
Sonuç: SSVD talebimden vazgeçtim ve suyun yolunu bulmasına bıraktım kendimi.
Öyle olunca geçen cuma kendimi devlet hastanesinde bulmayayım mı?
Ne kadar saf gitmişsem doktora:
"Takibinizi kim yapıyor?" "Kimse yani birçok doktor ama şu an kimse."
"Tahlil sonuçları yanında mı?" "Yok, evde unuttum."
"peki şimdi neden geldin?" "bebek iyi mi diye görmeye"
O kadar doğal konuşunca kadın kızamadı bile :) Ayrıntılı ultrasona orada da girdim (ücretsiz tabii) ve eski sonuçlara ulaşıp doktora gösterince "E zaten Eyüp Abi bakmış." dedi.
Şimdi geldik 24. haftanın içine.
Zaman hızlı mı? Bence hızlı.
İki hafta sonra şeker yüklemesi var. Bir ara yaptırmasam diyordum ama baktım o meyveleri löp löp yiyorum, onu da yaptırmaya karar verdim. Kısacası, şu an en kötü karar bile kararsızlıktan iyi hissettirdi.
-Şeker yüklemesi yaptır.
- Hislerine güven
- Doğumu akışına bırak.
- SSVD talebimden bu noktada ayrılmış durumdayım, riskleri okuyunca gerçekten değer mi sorusu aklıma geliyor ve şu an bunu istemiyorum.

Bakalım ilerleyen zamanda neler yaşayacağız, görünen doğum tarihi bile varla yok arası aslında çünkü son adet tarihi ve yumurtlama zamanı farkı var. İkisinin ortası da 1 Ocak oluyor :)
Olay hep aynı yere bağlanıyor aslında, hakkımızda hayırlısı olsun ve bebeğimiz sağlıkla gelsin. Gerisi detaydan başka bir şey değil.
Ankaradaki kadın doğumcular konusunda epey bilgim oldu, sorusu olan mail atabilir.
Doktoru sevmek/sevmemek göreceli bir şey tabii ama bazen de "ortak" noktalar oluyor turuncu saçlı abla gibi :)
Yazmayı unutuyordum, ilk doktorum Ebruya da gidebilirim ama şu an çalıştığı hastanenin ücret politikası beni epey düşündürüyor. Yoksa düşünmeden ona gitmiştim ...

* Günlük 1 burada.
Devamını oku »

23 Ağustos 2017 Çarşamba

Dün / Metro

Dün akşam iş çıkışında yine metroya binmem gerekti.
Eskiden bu duruma çok çok sevinirdim şimdi gözlerim tuvalet tabelası aradığı için çok rahat olamıyorum ama metro en sevdiğim ulaşım araçlarından biri olduğu için de keyfim yerinde.
Neticede elimde heyecanlı bir kitap var.
İş yerinden çıkıp tıngır mıngır durağa doğru ilerlerken son günlerde klasik hamile yürüyüşüne geçtiğimi gördüm, hafif paytak.
Metroyu ayakta bekleyecektim ama baktım bir amcanın yanı boş ona doğru yöneldim, o da "kızım burası ıslak" dedi, hakikaten ıslanmaktan demir paslanmış, teşekkür edip uzaklaştım ve tam o ara metro da geldi.
Bindiğin vagonun hep önemli olduğunu düşünmüşümdür. Hani bir film vardı adını unuttum, iki şekilde ilerliyordu kadının metroyu son saniyede kaçırdığı ve metroya son saniyede bindiği şekilde. Onunki kadar trajik bir şey olmasa da yine de uzun bir yolculuksa (30 dakika da çok kısa sayılmaz) vagon arkadaşları önemli. Bindim ve bindiğim gibi sırtımı rahat bir yere yasladım, az sonra da çantamdan kitabımı çıkartıp okuyacağım. Kimsenin beni fark etmesini ve göbeğimden dolayı yer vermesini de istemiyorum. Çok şükür iyiyim.
Tam o anda yanımdaki adam "Şuraya geçip otursanıza, hamilesiniz." dedi.
Ben de "Boş yer olduğunu görmedim, geçeyim, teşekkürler." dedim ama baktım ortada bir boşluk falan yok.
"Boş yer yok yalnız." dedim.
Adam da gayet sakin "Çocuklar oturuyor orada, onları kaldırın."dedi!
Şimdi ne alaka? Sanki çocuklar benden güçlü? Bunu da hiç anlamam. Çocuklar niye toplu taşıma araçlarında ayakta gidebilir küçük insan olarak görülürler?
Biz küçükken Adanadan tatillerde kuzenimin yanına Ankaraya geldiğimizde Eryamandan otobüsle merkeze gelmek tam bir saat sürerdi ve gerçek bir eziyetti o körüklü otobüsler. Annemler ne yapıp eder taksiye biner otobüsün ilk durağına gider ve mutlaka ikimize de kart basarak otobüse bindirirlerdi bizi. Tabii teyze ve amcalar bizi görür görmez "Kalk bakayım ordan, ben oturcam" diye tepemize gelir ve o ara bizimkilerden biriyle tartışırlardı. Çözümü artık benim Edanın kucağına oturmamda bulmuştuk ama bir keresinde ayakta giderken gerçek anlamda bayılmıştım da otobüstekiler beni kolonya ile ayıltmıştı. Dolayısıyla para versin veya vermesin çocukların ayağa kaldırılmasına inanılmaz gıcığım, hele böyle bir şeyin içinde olmaya hiç niyetim yok-tu.
Bahsettiğim çocuklar, ortalarında oturan anneleri ve hemen yanlarındaki dede, büyükanne hepsi Suriyeli ve Türkçeyi hiç bilmedikleri ortada. Dede ile büyükanne benim durumumu fark edip ortalarındaki diğer çocuğu kaldırıp bana yer açmaya çalıştılar ama mümkün değil oturmam diyerek çocuğu geri oturttum. O ara yanımdaki adam en az 2 vagonun daha duyacağı şekilde 2 çocuğun ortasında ortasında oturan Suriyeli anneye "Görmüyor musun, kadın hamile, çocukları kaldırıp yer versene?" demesin mi? Adama dönüp "olur mu öyle şey, sakın lütfen yapmayın." diyorum. Kadın bir taraftan "Sizi anlamıyorum." diye işaret ediyor, adam daha da ileri giderek eliyle kendi karnında hamile işaretleri yapıp beni gösteriyor. Benden o ara kaç kilo ter çıktı bilmiyorum. O kadar tatlı bir kadındı ki durumu anlayınca hemen kalkıp bana yerini verdi. Yani adam demese de verirdi. Lakin tüm vagondaki diğer kişiler ne yaptı? Öylece seyretti... Biri de çıkıp "Siz kalkmayın, ben yerimi veririm"demedi. (Hoş, en başında keşke kimse demeseydi :)
Ben tamamen kıpkırmızı olmuş suratım ve yer yarılsa içine girsem titrememle bu azaba dayanamayıp kendimi 2 çocuğun ortasına attım. Ve o an karar verdim, bir sonraki durakta inecek ve sonraki metroya binecektim. Sinirlerim öyle bozuldu ki, adamın iyi niyetle de olsa işime bu kadar karışmasına müsaade etmeme mi yanayım, oturan insanı yaygarayla kaldırdığıma mı bilemedim...
Tam o an sinir boşalmasından sanırım bana geldi mi bir gülme... Bıraksan kahkaha atacam, bakan eden olursa da "Bu bir film sahnesi, siz kameraya bakmayın yeter." diyeceğim.
Bana bitmek bilmeyen bir durak sonrasında tüm Suriyeli aile indi ve benim inmeme gerek kalmadı. İnsem yeni bir "buraya otur bacım" macerası yaşamaktan korktum. Bana yerini veren tatlı anneden başımla özür diledim (ne anladı bilmiyorum tabii) ve bir durak daha sonra kendime gelip kitabımı açtım.
Nerede kalmıştık?


Devamını oku »